Medreset’üz-Zehra Projesi, Süreci ve Hedefi
Bediüzzaman’ın
“Tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikına çalıştığım gibi, ona da çalışmışım...” dediği ve bir eğitim projesi olarak tarihe adını yazdıran Medreset’üz-Zehra’nın ittihad-ı İslam’ın te’sisi ile Osmanlı’nın bütünlüğüne, ulema ile maarif-i İslamiye hakkındaki fikir ve hedeflerinin tahakkukuna bakan cihetlerinin yanında özellikle münazarat’ta geçen
“Ekrad ve ulemasının istikbalini temin etmek istiyoruz. "İttihad" ve "terakki" manasındaki hissemizi isteriz.” ifadesi ile de Kürtler ile ulemasının geleceğini te’min ederek hal-i perişaniyetine çözüm olarak geliştirilmiş, Kürtlerin birlik ve gelişmelerinde merkez bir yerde durduğunu belirtmek gerekir. Eserlerindeki bu konu ve süreci hakkındaki beyanlarından hareketle özet bir değerlendirme yapılacaktır.
Bediüzzaman’ın Şark ve Kürdistan Gazetesi’nin 2 Aralık 1908 tarihli 1. sayısında “Kürtler yine muhtaç” başlığıyla yayınladığı makalesinde hükümetin yardımı ile ilçe ve köylerde yeni okulların açılması hususunun teşekkür edilecek bir konu olduğunu ifade etmekle birlikte bu okullardan yalnızca Türkçe bilen çocukların istifade ettiği ve Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının bundan mahrum kaldığı ve yanlız medreselerde öğretilen dini ilimleri öğrenebildikleri, yeni okullardaki öğretmenlerin kürtçeyi bilmediklerinden dolayı diğer konularda eğitim alamadıklarını ifade etmektedir. Bu durumun ise vahşet, kaos ve Batı’nın müdahalesine davetiye çıkarmakta olduğunu ifade edip çare olarak da bölgenin üç farklı yerinde dini ilimler ile ihtiyaç duyulan fenlerin öğretileceği “Darüttalim-Darül muallimin” adı ile üç okul önermektedir. Bunlardan birinin Beytüşşebab tarafında, birinin Motki-Baykan-Sason merkezli, diğerinin de Van’ın merkezinde ve ellişer talebe kapasiteli olmasını projelendirmiştir.
Bediüzzaman, bu projenin yanında bazı kapanmış medreselerin dahi açılarak canlandırılmasının “maddî ve manevî Kürdistan”ın geleceğini sağlamada önemli etken olduğunu ve ancak bu şekilde maarifin temelini oluşturduktan sonra birlik ve bütünlüğün oluşabileceği düşüncesindedir. Aksi durumda ise;
“Eskiden beri her bir vechile Ekrad’ın madûnunda bulunanlar, bugün onların hâl-i tevakkufta kalmalarından istifade ediliyor. Bu ise ehl-i hamiyeti düşündürür. Ve bu üç nokta, Kürdler için müstakbelde bir darbe-i müdhişe hazırlıyor gibi ehl-i basireti dağdar etmiştir.”(1) cümleleriyle bu tavsiyelerin yerine gelmemesi durumunda geri kalmışlıklarından istifade edileceği ve oluşabilecek sonuçları endişe ile hatırlatır. Bediüzzaman’ın İstibdat döneminde 2. Abdulhamit’e sunduğu bu çözüm tekliflerinin neticesinde birçok musibete uğradığı ve tımarhane ile sonuçlandığı bilinmektedir.
Bediüzzaman’ın 1893 yıllarından itibaren bu fikri taşıdığı ve uygun zeminler buldukça da bu husustaki fikir ve proğramını söylemekten geri durmadığını görüyoruz. Kürd Teavün ve Terakki Gazetesinin 12 Aralık 1908 tarihli 2. sayısında
“Kürtler Neye Muhtaç?” adlı makalesinde:
“On beş senedir ki düşündüğüm ihtiyacat arasında iki noktayı hedef-i maksat etmiştim. Bu ikiden maada Kürdistan’ın istikbalini temin edecek vesaiti görmedim. Birincisi, ittihad-ı milli. İkincisi, ulûm-u diniye ile beraber, fünun-u lazıme-i medeniyeyi tamim etmektir ki...” demek suretiyle bu fikrinin ne zaman başladığı ve çözümler hususunda bir takım işaretler vermektedir.
(2)
Bediüzzaman, 1910 yılında İstanbul’dan Van’a dönerek bölgedeki ulemayı, medreseleri, talebeleri, aşiretleri, çadırlarda yaşayan bir kısım koçerleri ziyaret eder. Meşrutiyetin güzelliklerinden, istibdatın kötülüğü ve sebebiyet verdiği sonuçlarından, Hürriyetten ve ondan istifade edilmesi, Ermenilerle ilişkilerin nasıl olması gerektiğinden, Şeyh ve ağalarda bulunması gereken hususlar ile beraber büyüklüğün ölçüsünü de izah eder. Milletin omuzlarına çıkarak büyümek yerine milleti omuzlarına alıp onlara hizmet eden ve toplumun faydasına çalışan liderlerden söz eder. Kürtlerin içinde bulunduğu cehaletten, fakirlikten, aralarındaki ihtilaf ve düşmanlıkların sonuçlarından söz ederek buna karşı tedavi çarelerini anlatır. Zindan-ı atalete düşmeden hukuklarını müdafaa ve muhafaza etmenin gerekliliğini
“hukukunuzu cehaletle müdafaa etmezseniz ehl-i hamiyeti de başınızda müstebid edersiniz” diyerek herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini ifade etmiş,
“Ekrad ve ulemasının” geleceğini te’min etmenin, Kürtlerin birlik ve gelişmelerinin sağlanabilmesinin Medresetüz-zehra projesi ile mümkün olduğunu açıklamıştır.
Tüm bu hakikatleri bilahere münazarat eserinde yayınlamış ve bu münazarat yolculuğu hakkında:
“...aşair-i Ekrad’ın içinde cevelan ile bahardan güze bir rıhlet-i sayfiye; güzden bahara bilâd-ı Arabiye’den bir rıhlet-i şitaiye ettim. Dağ ve sahrayı bir medrese ederek meşrutiyeti ders verdim. Birden bana göründü ki; meşrutiyeti gayet garib bir surette telakki etmişler. Her tarafın şüphe ve sualleri ağleb bir dereden gelmiş gibi gördüm...”(3) ifadelerini kullanarak Kürt aşiretleri içinde bir yaz yolculuğu yaptığını, dağ ve sahralar dahil her yeri bir medrese gibi kullanıp kürtlere yanlış anlatılan meşrutiyeti ders verdiğini, bu yanlış telakkinin sebebinin de bir yerden, bir kanaldan kaynaklandığını ifade etmiştir. Münazarat eserini
“Ekrad reçetesi”, “Değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi” olarak nitelendirip mensubu bulunduğu insani, islami ve kürt kimliklerinin gereğini yaparak görevini yerine getirmiştir. Aynı zamanda bu eser için
“...Hem de siyaset tabiblerine teşhis-i illete dair hizmet ile muvazzafdır.” diyerek yöneticiler ile siyasetçilerin de bundan alacağı çok dersin bulunduğunu ifade etmiştir.
Yukarıdaki metinden anlaşılacağı üzere Bediüzzaman’ın münazaratı oluşturan yaz yolculuğunun hemen devamında Şam taraflarına bir kış yolculuğuna başladığını ve bu yolculuğun
“Hutbe-i Şamiye” ismiyle bir meyve verdiğine şahit oluyoruz. Burada da alem-i islamın geri kalmasının sebepleri üzerinde durarak İttihad-ı İslam, Cemahir-i müttefika-i İslamiye, meşrutiyet ve aralarında şura’yı esas almaları gerektiği konuları gibi islam aleminin geri kalmasına etki eden hususlardan söz ederek bunlar için tedavi çarelerini izah eder. Hedeflenen bu yolculuğun daha süresi bitmemişken İttihatçıların düzenlediği Sultan Reşat’ın Rumeli seyahati münasebetiyle oluşturulan heyete dahil olup eşlik etmesi için Bediüzzaman’ın da davet edildiğini görüyoruz. Bu davet, Bediüzzaman’ın yıllardır düşündüğü ve Abdülhamit’e bir türlü ulaştıramadığı Medresetüz-zehra projesi hayalini hem Sultan Reşad’a hem de İttihatçılara anlatıp onaylarını almaya bir basamak olmuştur.
Onay sürecini sonradan Bakanlar Kurulu ile Tevfik İleri’ye yazmış olduğu mektubunda: “...
Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad'ın Rumeli’ye seyahatı münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî dârülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: Şark böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir. O vakit bana va’d ettiler. Sonra Balkan Harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: Öyle ise o yirmi bin altun lirayı Şark dârülfünununa veriniz. Kabul ettiler. Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’de temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı...”(4) ifadeleriyle Birinci Dünya Savaşının başladığını ve bu projenin gerçekleşemediğini öğreniyoruz. Sultan Reşadın onayladığı ve açılması düşünülen bu medresenin Osmanlı arşivinde de kayıtlarına rastlamaktayız. Bu kayıtlardan bir tanesi 22 Cemaziyülevvel 1330 (9 Mayıs 1912) tarihli Evkaf Nezareti’nin yazısı olup şu şekildedir:
“Şark vilayetlerinin medenileştirilmesi ve ilmi terbiyeden mahrumiyeti hasebiyle Priştine’de başlanılan medrese gibi Van şehrinde bir medrese tesis olunup bir muallimin tayin olunarak ahalinin din eğitiminin teminiyle maaşının ödenmesi…” (5)
Birinci Dünya Savaşının başlaması ile Kürd gönüllü alay komutanı olarak talebeleriyle birlikte savaşmış ve Bitlis’te Rus’lara esir olmuştur. Esaretten sonra İstanbul’a gelmiş ve mütareke İstanbul’unda bir takım hizmetlerde ve fedakarlıklarda bulunduğundan dikkatleri uzerine çekerek Ankara’ya davet edilmiştir. Ankara’da TBMM’deki Medresetüz-zehra projesinin onaylama sürecini kendisinin şu ifadelerinden öğreniyoruz:
“...Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: Bütün hayatımda bu dârülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar yirmi bin altun lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz. Onlar yüz ellibin banknot vermeye karar verdiler...”(6) Bediüzzaman, bu süreci demokrat parti döneminin Reis-i Cumhuru ile Başbakanına yazdığı mekubunda: “...
sonra ben eski harb-i umumîdeki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut iki yüz mebustan yüz altmış üç mebusun imzası ile yüz elli bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymettar bir üniversitenin tesisine her şeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayd ve garblılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım mebuslar dahi onu imza ettiler.....” (7) diyerek hem meclisin, Mustafa Kemal de dahil 163 mebusun projesini onaylamış olduğunu, hatta bir kısım batılılaşma taraftarı ile kültür ve geleneklerinden sıyrılmak gerektiğini düşünen milletvekillerinin dahi imzaladıklarını anımsatıyor. Medreset-üz-Zehra projesinin memleket için ne derece gerekli ve faydalı olduğunu, gaye ve hedeflerini de geniş izah ederek örneklerle güçlendirmek suretiyle idealinin gerçekleşmesi için azim ve kararlılığını her zeminde göstermeye devam etmiştir.
Bediüzzaman, bu projeye hangi ismin verileceği, verilen bu ismin gerekçelerini, kaç yerde kurulacağını, kurulması için gerekli şartlarından kimlerin okutup nelerin okutulacağına kadar, yukarıda belirttiğimiz Darülmuallimin okulu ile entegrasyonundan mahiyet, içerik ve müfredatına kadar neden ve nasıl sorularımıza cevap verecek bir çok esaslarını belirlemiştir. Bu esasların ne olduğu hakkındaki Bediüzzmanan'ın metinlerine bu sitenin ilgili bölümünden ulaşılabilir. Mahiyet ve içeriğe geçmeden önce burada bu ehemmiyetli projenin gaye ve hedeflerinden de özetle söz etmek istiyorum.
Zehra Projesinin amacı ile ilgili olarak başta bu projenin ittihad-ı islam’ın te’sisi ile ulema ile maarif-i İslamiye hakkındaki fikir ve hedeflerinin tahakkukuna bakan cihetlerinin de olduğundan söz etmiştik. Tüm bu cihetlerden de bakarak projenin amaçlarını özetle şöyle sıralayabiliriz;
-Kürtlerin birlik ve gelişmelerini sağlamak,
-Ekrad ulemasının geleceğini te’min etmek,
-Fünun-u cedideyi ulum-u medaris ile mezc ve derc edip Arapça, Türkçe, Kürtçe üç dilli eğitimin planlanmasıyle islâmiyeti paslandıran hikâyât, İsrailiyât ve taassubat-ı bârideden kurtarmak, zihnin muhakemesini etkileyen bir kısım olumsuzluk ile yanılgıların izalesine çalışarak hakikata ulaşmak,
-Maarifi Kürdistan’a medrese kapısı ile sokmak ve meşrutiyetin mehasinini gösterip ondan istifade ettirmek,
-Hantallaşan ve artık gelecek va’d etmeyecek duruma gelen medreselerin ıslah edilerek birleştirilmesi ve faydalı hale dönüştürülmesini sağlamak,
-Bediüzzaman’ın haklarında
“...teessüf ile görülmüyor ki: Onların tebayün-ü efkârı, ittihadı tefrik ettiği gibi; tehalüf-ü meşaribi de terakkiyi tevkif etmiştir...” dediği kavgalı durumda bulunan mektep-medrese-tekke üçlüsünün musalahasını sağlamaktır. Bediüzzaman, İslam’ın üç şubesi hükmündeki bu kurumlardan da
”...İslâmiyet, hariçte temessül etse; bir menzili mekteb, bir hücresi medrese, bir köşesi zaviye, salonu dahi mecmaü’l-küll.. biri diğerinin noksanını tekmil için bir meclis-i şûra olarak, bir kasr-ı müşeyyed-i nuranî timsalinden arz-ı didar edecektir. Ayine kendince güneşi temsil ettiği gibi, şu Medresetü’z-Zehra dahi o kasr-ı ilâhiyeyi hâricen temsil edecektir...” diyerek önemlerini vurgulamış, Medresetü’z-Zehra’nın İslâmiyete yapacağı hizmet neticesinde sağlayacağı faydalar, tamim edeceği ziya ile
“ukûl yanında en âlâ bir mekteb olduğu gibi kulûb yanında en ekmel bir medrese; vicdanlar nazarında en mukaddes bir zaviyeyi temsil edecektir. Nasıl medrese, öyle de mektep, öyle de tekke olduğundan...” demek suretiyle bir kasr-ı ilahi benzetmesiyle akli, kalbi ve ruhi tüm ihtiyaçlara cevap verebilecek bir içerikle oluşturulduğunu ve aynı zamanda bu projenin medrese, mektep ve tekke mensupları dahil tüm müslümanların malı olduğunu ve her kesimin bundan istifade gereğinden söz etmiştir. Bu projedeki ideal ve gayenin farkında olmak, İslam birliği, İslam kardeşliği ve müslümanların terakkilerinin farkında olmak demektir. Bu projenin sadece nurcuların malı olduğunu iddia etmek, yukarıda “...
Onların tebayün-ü efkârı, ittihadı tefrik ettiği gibi; tehalüf-ü meşaribi de terakkiyi tevkif etmiştir...” (8) ifadesinde belirtildiği üzere İslami gelişmelerin duraklamasına yardımcı olmak ve müslümanların ittihadını düşünmemek ve umursamamak gibi bir manaya gelebileceğinin de farkında olmak gerekir.
Ayrıca Bediüzzaman, dönemin Cumhurbaşkanı ile Başbakanına yazdığı mektupta;
“....Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Camiü’l-Ezher, Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir dârülfünun, bir İslâm Üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ, Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ Kur’an’ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla tam müsalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mekteb ve ehl-i medrese tam birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye vilâyat-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında Medresetü’z-Zehra manasında, Camiü’l-Ezher üslûbunda bir dârülfünun; hem mekteb, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikına çalıştığım gibi, ona da çalışmışım...”(9) diyerek bu projenin sahip olduğu amaç ve misyonunun ne olduğunu açık ve net ifadeler ile de izah etmiştir.
Son olarak; Bediüzzaman’ın yukarıda belirttiğimiz üzere bu kadar gayret ve kararlılığına rağmen kuruluşu bir türlü gerçekleştirilemeyen “
Medresetü’z-Zehra” projesinin, bu işin tahakkuku için ümitsizliğe kapılmadan kendisinden sonra da talebelerine devretmesi Hak ve Hakikat adına önemli olmakla beraber Allah’tan (C.C) dua ve temenni ederek
“İnşaallah istikbalde Risale-i Nur şakirdleri o âli hakikatin maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar.” dileği ilgilisi için büyük bir kiymet ve değer taşır. Memleket adına büyük ehemmiyet taşıyan bu projenin gerçekleştirilmesi için Bediüzzaman’ın dua ve temennisine “Amin” diyorum. Niyet-i halise muvaffakiyetin refikidir.
Abdullah MOLLAOĞLU
Dipnotlar:
- Said-i Nursi, İctimai Dersler, Zehra Yayıncılık (Zehra.com online sitesi) s. 507-508.
- Said-i Nursi, a.g.e, s. 511
- Said-i Nursi, a.g.e, s. 81
- Said-i Nursi, Emirdağ Lahikası II, Zehra Yayıncılık (Zehra.com online sitesi) s. 430
- BOA, DH. MUİ, 157-26
- Said-i Nursi, a.g.e, s. 430
- Said-i Nursi, a.g.e, s. 450
- Said-i Nursi, İctimai Dersler, Zehra Yayıncılık (Zehra.com online sitesi) s.143-145
- Said-i Nursi, Emirdağ Lahikası II, Zehra Yayıncılık (Zehra.com online sitesi) s. 450
Yorum Yap