Adalet kâinatta ve umûm mevcûdatta hükümfermâdır.

Kaynak: Lem'alar

Hıfz-ı Kur’anî her müşkilâta galib ve lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur.

Kaynak: Barla Lahikası

Kemâlât-ı insaniyenin en mühimi ve en büyüğü, belki bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullah olduğunu bil...

Kaynak: Şualar

Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?

Kaynak: Sözler

İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

İlim iki kısımdır: Bir nev’i ilim var ki, bir defa bilinse ve bir iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır.

Kaynak: Barla Lahikası

Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.

Kaynak: İçtimaî Dersler

mevcudatın icadındaki en mühim makasıd-ı rabbaniye, kendini zîşuurlara tanıttırmak ve sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ve minnettarlıklarını kendine celbetmektir.

Kaynak: Şualar

Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.

Kaynak: Şualar

Bir insan en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği her şeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Hâlikımızı, Malikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile Cehennemdir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Şefkatin ateşini söndürecek marifetullahdan başka bir şey var mıdır? Evet, marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Evet, Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a’dâ ve düşman olurlar. Beka belâ olur. Kemal heba olur. Ömür heva olur. Hayat azap olur. Akıl ikab olur. Âmâl, âlâma inkılâb eder.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Semavat ve arzın haricine kaçıp kurtulamayan insan, Hâlik-ı külli şey’in rububiyetine muhabbetle rıza-dâde olmalıdır.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fâtır-ı Hakîme tevcih et ki, havfın Onun merhamet kucağına, çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Eğer o muhabbetleri cem’ edip Vâhid-i Ehade tevcih ve Onun hesabıyla, izniyle sarf edersen, bütün mahbuplarınla beraber bir anda birleşip sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksın.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.

Kaynak: Mektubat

İnsaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.

Kaynak: Mektubat

Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.

Kaynak: Mektubat

Ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Kaynak: Mektubat

Bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz.

Kaynak: Mektubat

Bütün mahbublara bedel, bir tek cilve-i cemali kâfi gelen bir Mâbud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezalin ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimesi var ki, şaibe-i zeval ve fenâdan münezzeh ve avarız-ı naks ve kusurdan müberradır.

Kaynak: Mektubat

Sizlere müjde! Mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz.

Kaynak: Mektubat

İlm-i kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i ilâhiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır.

Kaynak: Mektubat

Tasavvuf mesleğiyle alınan marifet dahi, Kur’an-ı Hakîmden doğrudan doğruya, veraset-i nübüvvet sırrıyla alınan marifete nisbeten o kadar noksandır.

Kaynak: Mektubat

Kur’an-ı Hakîmden alınan marifet ise, huzur-u daimiyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkûm-u adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki, başıbozukluktan çıkarıp Cenâb-ı Hak namına istihdam eder; her şey mir’at-ı marifet olur.

Kaynak: Mektubat

Umum merâtib-i velâyette marifetullahtan gelen muhabbet, en mühim maya ve iksirdir.

Kaynak: Mektubat

Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-yı zâtîsine ve gınâ- yı mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münasip bir şekilde, hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır.

Kaynak: Mektubat

Hayat-ı kalbî ve rûhîye medar olan marifet-i ilâhiye ve muhabbet-i rabbaniye ve ubudiyet-i sübhaniye ve marziyat-ı rahmaniye cihetiyle, bu dünyadaki fani ömür, baki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve baki bir ömrü intac eder ve baki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.

Kaynak: Lem'alar

Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir.

Kaynak: Lem'alar

Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır.

Kaynak: Lem'alar

İnsanın mütenevvi hissiyat-ı şedîdesi, o istidad-ı muhabbetin istihaleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır.

Kaynak: Lem'alar

Muhabbetullah, ittibâ-ı Sünnet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun marziyâtını yapmaktır.

Kaynak: Lem'alar

Her şeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.

Kaynak: Lem'alar

Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et.

Kaynak: Lem'alar

Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder.

Kaynak: Lem'alar

Faaliyet dahi bir kemaldir. Ve madem zîhayat âleminde daimî ve ezelî bir hayattan neş’et eden hadsiz bir muhabbetin, nihayetsiz bir merhametin cilveleri görünüyor.

Kaynak: Lem'alar

Çünkü ebedî bir cemal, fâni bir müştaka ve zâil bir dosta razı olmaz. Çünkü cemal, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister.

Kaynak: Lem'alar

Nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-yı İlâhiyenin derecatını fehmetmelisin.

Kaynak: Sözler

Güzel değil batmakla gâib olan bir mahbub. Çünkü, zevale mahkûm, hakiki güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve ayine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.

Kaynak: Sözler

Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu, marifetullahtır. Ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.

Kaynak: Sözler

Sâni-i Zülcelâl, kendi san’atının mu’cizeleriyle kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile, marifet ile mukabele eder.

Kaynak: Sözler

Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da Ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini Ona sevdirir.

Kaynak: Sözler

Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.

Kaynak: Sözler

İnsan, kâinatın en câmi bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.

Kaynak: Sözler

İnsanın, havfa ve muhabbete alet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâ külli hâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlika müteveccih olacak.

Kaynak: Sözler

Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.

Kaynak: Sözler

Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.

Kaynak: Sözler

Havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.

Kaynak: Sözler

Nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin.

Kaynak: Sözler

Muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.

Kaynak: Sözler

Yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.

Kaynak: Sözler

Mahbûb-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz.

Kaynak: Sözler

Nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rüyete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelâli ve’l-Kemâlin saadet-i ebediyede rüyetine muvaffak olması ne kadar saadet-âver ve medar-ı sürur ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu, insan isen anlarsın.

Kaynak: Sözler

Bütün kâinatın mâyesi muhabbettir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve cazibe kanunları muhabbettendir.

Kaynak: Sözler

muhabbet-i ilâhiyenin tecellisinde ve o şarab-ı muhabbetten, herkes istidadına göre mesttir.

Kaynak: Sözler

Hem dünyayı, ahiretin mezraası ve esma-i ilâhiyenin ayinesi ve Cenâb-ı Hakkın mektubatı ve muvakkat bir misafirhanesi cihetinde sevmek, nefs-i emmare karışmamak şartıyla, Cenâb-ı Hakka ait olur.

Kaynak: Sözler

Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mana-yı harfîyle sev; mana-yı ismîyle sevme. “Ne kadar güzel yapılmış” de. “Ne kadar güzeldir” deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb ayine-i Sameddir ve Ona mahsustur

Kaynak: Sözler

Kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Mâşuk-u Lâyezâlîyi gösterir.

Kaynak: Sözler

Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet ve mizan ile iş görüldüğünü gösterir.

Kaynak: Sözler

Her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekâsının bütün cihâzâtını en münasip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adalet elini gösterir.

Kaynak: Sözler

İstidat lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla, ıztırar lisanıyla sual edilen ve istenilen herşeye daimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.

Kaynak: Sözler

Hakikî adalet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün.

Kaynak: Sözler

Evet, adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. (Haşiye)

Kaynak: Sözler

Hem o celâl ve izzete uygun bir dâr-ı mücazat olacaktır. Çünkü, ekseriya zalim izzetinde mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, tehir ediliyor. Yoksa, bakılmıyor değil. Bazen dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki, insan başı boş değil, bir celâl ve gayret sillesine her vakit maruzdur.

Kaynak: Sözler

Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz.

Kaynak: Mektubat

Adalet-i Kur’âniye âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müthişini yemeden dinlemeli.

Kaynak: Mektubat

Adalet-i mahzâ-yı Kur’âniye, bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.

Kaynak: Mektubat

Cenab-ı Hakkın günahkârları affetmesi fazl'dır, tazib etmesi adl'dir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Kur’ân’ın takip ettiği makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye, ubudiyetle tevhid, risalet, haşir, adalet olmak üzere dörttür. Diğer bahsettiği meseleler ancak bu maksatlara vesilelerdir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise, dirilmemek suretiyle o gaddar zâlimlerin ve meyus mazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütün zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.

Kaynak: Şualar

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ızdıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadirdir, hem Rahimdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! nimetin zevalinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevalini düşünüp o elemden feryad etme. Çünkü o nimet meyvesi, bir rahmet-i bînihayenin semeresidir.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp, hüzne düşme. Yalnız dünyevî ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme.

Kaynak: Mektubat

Zikrin tekrarı kalbi tenvir eder.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuzikinci Söz'ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mes'udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal'in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-ı mahbubedir بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultana muhatab ve halil ve dost ol.

Kaynak: Sözler

Ey insan! aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün enva-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zat-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Kaynak: Sözler

Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.

Kaynak: Muhakemat

Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu simayı veren ve o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hatem-i ehadiyeti vaz’ eden Zat, seni başı boş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın; hilkat şeceresini, meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!

Kaynak: Sözler

şte ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en belig bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten-lil-Âlemîn ünvanıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetidir ve tebaiyetidir.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Bir abdim, heva-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tenbelliğini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Madem bana itimad eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki: Her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavanin-i rahmetime istinad etsen; şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir âleti elde edebilirsin, haydi et.

Kaynak: Sözler

En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Me'yus olmayınız. Her dert, -ne olursa olsun- dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim. Biri, manevî dertlerin dermanı; biri de, maddî dertlerin ilâcı... İşte ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette ararsan bulursun.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan, çok mevcudat, hatta cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.

Kaynak: Sözler

Adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın.

Kaynak: Mektubat

Kàbil değildir ki, şu muntazam mevcudatı icad eden Zâtın ilmi, ondan infikâk etsin.

Kaynak: Mektubat

Şu ilm-i muhît, o Zâta lâzım olduğu gibi, taallûk cihetiyle her şeye dahi lâzımdır. Yani, hiçbir şey Ondan gizlenmesi kàbil değildir.

Kaynak: Mektubat

"Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kàbil olmadığı gibi, o Alîm-i Zülcelâlin nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-ı kabildir, muhaldir.

Kaynak: Mektubat

Her şey daire-i nazarındadır ve mukàbildir ve daire-i şuhudundadır ve her şeye nüfuzu var.

Kaynak: Mektubat

Hikmetle iş görmek, ilimle olur. Hem bütün inâyetler, tezyinatlar, o ilme işaret eder. İnâyetkârâne, lütufkârâne iş gören, elbette bilir ve bilerek yapar.

Kaynak: Mektubat

Herbiri birer mizan içindeki bütün intizamlı mevcudat ve herbiri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey’ât, yine o ilm-i muhîte işaret eder. Çünkü, intizam ile iş görmek, ilimle olur.

Kaynak: Mektubat

Bütün mevcudatta görünen muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazânın düsturuyla ve kaderin pergâriyle tanzim edilmiş gibi meyvedar vaziyetler ve heyetler, bir ilm-i muhîti gösteriyor.

Kaynak: Mektubat

Eşyaya ayrı ayrı muntazam suretler vermek, herşeyin mesâlih-i hayatiyesine ve vücuduna lâyık mahsus bir şekil vermek, bir ilm-i muhîtle olur, başka surette olamaz.

Kaynak: Mektubat

Bütün zîhayata, herbirisine lâyık bir tarzda, münasip vakitte, ummadığı yerde rızıklarını vermek, bir ilm- i muhîtle olur. Çünkü rızkı gönderen, rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını idrak edecek; sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir.

Kaynak: Mektubat

Umum zîhayatın, ipham ünvanı altında bir kanun-u taayyüne bağlı olan ecelleri, ölümleri bir ilm-i muhîti gösteriyor.

Kaynak: Mektubat

Bütün mevcudata şamil, herbir mevcuda lâyık bir surette rahmetin taltifâtı, bir rahmet-i vâsia içinde bir ilm-i muhîti gösteriyor.

Kaynak: Mektubat

Bütün eşyanın san’atındaki ihtimâmat ve san’atkârâne tasvirat ve mâhirâne tezyinat, bir ilm-i muhîti gösteriyor. Çünkü, binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen, san’atlı ve hikmetli bir vaziyeti intihap etmek, derin bir ilimle olur.

Kaynak: Mektubat

İcad ve ibdâ-ı eşyada kemâl-i suhulet, bir ilm-i ekmele delâlet eder. Çünkü bir işte kolaylık ve bir vaziyette suhulet, derece-i ilim ve maharetle mütenasiptir. Ne kadar ziyade bilse, o derece kolay yapar.

Kaynak: Mektubat

Herbiri birer mu’cize-i san’at olan mevcudata bakıyoruz ki, hayretnümâ bir derecede suhuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda, fakat mu’ciznümâ bir surette icad edilir. Demek hadsiz bir ilim vardır ki, hadsiz suhuletle yapılır.

Kaynak: Mektubat

Madem şu Kâinat Sahibinin böyle bir ilmi vardır. Elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir; hikmet ve rahmetinin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek.

Kaynak: Mektubat

Bütün mevcudat nasıl ki bir ilm-i muhîte delâlet ve şehadet eder. Öyle de, o ilm-i muhît sahibinin irade-i külliyesine dahi delâlet eder.

Kaynak: Mektubat

kâinatın envaı insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zatın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Kaynak: Lem'alar

Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir.

Kaynak: Lem'alar

İnsanın hususan âcizlerin ve yavruların iaşeleri ve bilhassa mide matbahından cesedin rızık isteyen âzâlarına, hattâ hüceyrelerine, herbirine münasip rızkını yetiştirmeleri ve dağlar bir eczahane ve insana lâzım bütün mâdenlerin bir ambarı olmaları gibi hakîmâne işler, gayet ihâtalı bir ilimle olabilir.

Kaynak: Şualar

Cenâb-ı Hak öyle bir Kadîr-i Mutlaktır ki, adem ve vücut, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.

Kaynak: Mektubat

Kudret-i ezeliye zâtiyedir; tagayyür edemez, acz tahallül edemez, avâik tedahül edemez. Onda merâtib olamaz; her şey ona nisbeten birdir.

Kaynak: Mektubat

Rızık, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inâyet besliyor.

Kaynak: Mektubat

En büyük ve en küçük şeyler Ona nisbeten birdirler. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar kolaydır.

Kaynak: Sözler

Evet, bir Kadîr ki, şu âlem; bütün güneşleri, yıldızları, avalimi, zerratı, cevahiri, nihayetsiz lisanlarla Onun azametine ve kudretine şehadet eder.

Kaynak: Sözler

Kudret-i ilâhiye zâtiyedir. Öyle ise acz tahallül edemez. Hem melekûtiyet-i eşyaya taallûk eder. Öyle ise mevani tedahül edemez. Hem nisbeti kanunîdir. Öyle ise, cüz, külle müsavi gelir; ve cüz’î, küllî hükmüne geçer.

Kaynak: Sözler

Bütün kâinatı adem-i sırftan icad eden ve bütün ukulü hayrette bırakan, hem âsâr-ı azametiyle tecelli eden kudret-i ezeliyeye nisbeten, şüphesiz her şey müsavidir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Gaflet olunmaya!

Kaynak: Sözler

Kudret-i ezeliye gayr-ı mütenahîdir. Hem Zat-ı Akdese lâzime-i zaruriyedir. Hem her şeyin lekesiz, perdesiz melekûtiyet ciheti Ona müteveccihtir.

Kaynak: Sözler

Cenâb-ı Hakkın kudret, ilim, iradesi, şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup, hiçbir şeyle muvazene edilemez; Arş-ı Âzama taallûk ettikleri gibi, zerrelere de taallûk ederler.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Kudret-i ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yani içyüzüne taallûk eder. Bu yüz ise, ale’l-umum güzel ve şeffaftır. Evet, şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da içyüzleri ziyadardır.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Kudret-i ezeliyenin bir lem’ası kudretin hasiyetine malik olduğundan, esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü, bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Kudret Sâniin zatına zatîdir, arazî değildir. Acz, kudretine tahallül edemez. Kudretin bir lem’asına zerreler, şemsler mütesavidir. Büyük, küçükten ağır ve zahmetli değildir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Göz, lamba, şems gibi nur ve nuranî şeylerde cüz’î küllî, cüz küll, bir bin müsavidir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Şems-i Ezelî şu kâinat kitabında bütün babları, fasılları, satırları, cümleleri, harfleri def’aten bilâ-külfet yazıyor. Ve ba’sü ba’del mevt’te dahi aynı bu suhulet vardır.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Kudret hem basit, hem namütenahî, hem zatî, mahall-i taalluk-u kudret hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüchanı, küll cüz’e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zîşuur, gözünü açtıkça görür ki: Bir kudret, bütün kâinatı kabzasında tutmuş.

Kaynak: Şualar

Bir baharı, tek bir çiçek misillü suhuletle icad eder. Cüz’î küllî, küçük büyük, az çok; o kudrete nisbeten farkları yoktur. Seyyareleri, zerreler gibi kolay döndürür.

Kaynak: Şualar

Bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir. Ve bir insanı halk eden ancak kâinatı icad eden Zâttır.

Kaynak: Şualar

Zerreyi icad eden, yıldızın icadından âciz kalamaz. Ve lisan gibi bir uzvu halk eden, elbette insanı kolayca halk eder.

Kaynak: Şualar

Kadîr-i Mutlakın kudretine nisbeten, yıldızlar zerreler gibi ve haşir bir bahar misillü ve haşirde bütün insanları diriltmesi bir nefsin ihyası derecesinde kolaydır.

Kaynak: Şualar

Demek o ezelî ve hadsiz kudrete isnad edilse; bu kâinatın icadı, bir insanın icadı kadar suhulet peyda eder, kolay olur. Eğer ona verilmezse; bir tek insanı, acib cihazları ve duygularıyla yaratmak, kâinat kadar müşkilâtlı olur.

Kaynak: Şualar

Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?

Kaynak: Sözler

Madem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor. Hem madem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var. Öyle ise o Hâkim birdir.

Kaynak: Sözler

Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası, rakip kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir, müdahaleyi ref etmektir.

Kaynak: Sözler

Eğer her şey birinin olmazsa, o vakit herbir şey bütün eşya kadar müşkül ve ağır olur. Eğer her şey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsân ve kolay olur.

Kaynak: Sözler

Her bir şey öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehade mal eder.

Kaynak: Sözler

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.

Kaynak: Sözler

Bütün semâvâtın Rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simâvîyi yapamaz.

Kaynak: Sözler

Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sahifeyi yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sahifeyi yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü’l-Âlemînin gayrısı olması muhaldir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme.

Kaynak: Mektubat

Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir. Her şey O'nun emriyle halledilir.

Kaynak: Mektubat

Kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdâniyet delâilini gösteriyorlar.

Kaynak: Mektubat

Kâinatın Sâni-i Zülcelâli, Vâcibü’l-Vücuddur. Yani, Onun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir, zevâli muhaldir ve tabakat-ı vücudun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir.

Kaynak: Mektubat

Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır.

Kaynak: Şualar

Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.

Kaynak: Sözler

Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-ı fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Halis muhabbete tam manasıyla validelerin şefkatleri mazhardır. Valideler o sırr-ı şefkat ile, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve taleb etmediklerine delil, ruhunu belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir.

Kaynak: Lem'alar

Evet, rahmet-i rabbaniyenin en hürmetli, en halâvetli, en lâtif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-ı kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir.

Kaynak: Mektubat

Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukàbil hürmet haklarıdır.

Kaynak: Lem'alar

Sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir

Kaynak: Lem'alar

Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.

Kaynak: Sözler

En bahtiyar çocuklar onlardır ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve ahirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

İmanda öyle bir reca ve bir teselli var ki, yüz bin ihtiyarlık birtek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir.

Kaynak: Lem'alar

Medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzan olan ihtiyarlık, yerine geliyor ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor

Kaynak: Lem'alar

İşte ey ihtiyar ve ihtiyareler! Biliniz ki, ihtiyarlıktaki zaaf ve acz, rahmet ve inayeti ilâhiyenin celbine vesiledir.

Kaynak: Lem'alar

Ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem sizlerde iman var ve madem imanı ışıklandıran ve inkişaf ettiren namaz ve niyaz var. İhtiyarlığınıza ebedî bir gençlik nazarıyla bakabilirsiniz. Çünkü onunla ebedî bir gençlik kazanabilirsiniz.

Kaynak: Lem'alar

Hakikî soğuk ve sakil ve çirkin ve zulmetli ve elemli olan ihtiyarlık ise, ehl-i dalâletin ihtiyarlıklarıdır, belki de onların gençlikleridir.

Kaynak: Lem'alar

Kur’an-ı Hakîmin eczahane-i kudsiyesinde, umum dertlerinize şifa verecek ilaçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilaçları istimal etseniz, belinizde ve başınızdaki o ihtiyarlığın ve gamların ağır yükleri gayet hafifleşecektir.

Kaynak: Lem'alar

rica ve ziya ve teselli veren imanı zevk etmek ve tesiratını hissetmek için, ihtiyarlığa lâyık ve İslâmiyete muvafık ubudiyetkârane bir tavr-ı şuurdarane takınmakla olur.

Kaynak: Lem'alar

Ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın.

Kaynak: Mektubat

Cennet ucuz değil; Cehennem dahi lüzumsuz değil.

Kaynak: Mektubat

Cennet olmazsa belki Cehennem tazib etmez. Zemherirsiz olmuyor. Ger zemherir olmazsa, o da ihrak edemez.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır.

Kaynak: Mektubat

Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halketmek, bir bahar kadar Ona rahattır.

Kaynak: Mektubat

Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fani dünyana bedel, baki bir Cennet seni bekler.

Kaynak: Mektubat

İbadet, Cennete girmek ve Cehennemden kurtulmak için kılınmaz; bozulur. Belki rızâ-yı İlâhî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Nimetin devamı, nimetin zatından daha kıymetlidir. Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir. Cennette devam, Cennetin fevkindedir.

Kaynak: Lem'alar

Mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder.

Kaynak: Sözler

İman, manevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi, manevî bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, Cehennemin bir çekirdeğidir, öyle de, Cehennem, onun bir meyvesidir.

Kaynak: Sözler

Şüphesiz dünya bir mezraadır. Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.

Kaynak: Sözler

Mevt ve sekerat ile, Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münasibeleri başka tarafa çekilir; âlem-i ahiret tezahür eder.

Kaynak: Sözler

Dost, dostuyla beraber Cennette bulunacaktır.

Kaynak: Sözler

Cennet, bütün lezâiz-i mâneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezâiz-i cismaniyeye de medardır.

Kaynak: Sözler

Dünyadaki her lezzetli şeyin en âlâsı Cennette bulunur.

Kaynak: Sözler

Dünyada yalnız zaif gölgeleri gösterilen esma, o Cennetin ayinelerinde en şaşaalı bir surette gösterilecektir.

Kaynak: Sözler

İmam-ı Rabbanî (ra) demiş ki: “Letaif-i Cennet, cilve-i esmanın temessülâtıdır.

Kaynak: Sözler

Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır.

Kaynak: Şualar

Dünyada mâsiyetin âkıbeti, ikab-ı uhrevîye delildir.

Kaynak: Mektubat

Nasıl, küfür, Cehenneme duhulüne sebeptir. Öyle de, cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir.

Kaynak: Sözler

Kelâm-ı vahidde ahkâm-ı müteaddide olabilir. Bir sadef, çok cevahiri tazammun edebilir.

Kaynak: Muhakemat

küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor; bazen de titriyor.

Kaynak: Sözler

Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde, kemal-i neşe ve sürur ile, sarhoşçasına, gayet heveskârane şarkıları ve bazen kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.

Kaynak: Sözler

Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezasıyla, zâhir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazen de bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılâbat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i ilâhî ile olur; başka olamaz.

Kaynak: Sözler

Gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delâletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.

Kaynak: Sözler

Zelzele gibi vakıalar olan şu hadisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.

Kaynak: Sözler

Ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları kısmen bu dünyada cezası verilir.

Kaynak: Sözler

Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.

Kaynak: Sözler

O masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.

Kaynak: Sözler

Çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir.

Kaynak: Lem'alar

Âfatlar, za’f-ı imandan neşet eden hatâların neticesidir.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Musibetler, dergâh-ı İlâhîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.

Kaynak: Barla Lahikası

En büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir. Meselâ; Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası üzerine konulduğu hapis yolu ile nail olmuştur.

Kaynak: Şualar

Musibet-i amme, ekseriyetin hatasından terettüp eder. Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.

Kaynak: Mektubat

Musibetlerde, ehl-i imanın zâyi olan malları tam sadaka hükmündedir.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

Kaynak: Sözler

Dünya ise, bütün şaşaasıyla ahirete nisbeten bir zindan hükmündedir.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat, günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

Kaynak: Sözler

Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.

Kaynak: Mektubat

Dünya öyle bir metâ değil ki bir nizâya değsin. Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.

Kaynak: Mektubat

Ahireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı ahirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi baki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve akıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü’minler dahi bazen ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirdlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem 1 لاَ يُكَلِّفُ اللهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Kaynak: Mektubat

Madem dünya var. Ve dünya içinde bu âsârıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet var. Elbette, dünyanın vücudu gibi kat’î olarak ahiret de var. Madem, dünyada her şey bir cihette o âleme bakıyor. demek oraya gidiliyor. Ahireti inkâr etmek, dünya ve mâfihayı inkâr etmek demektir.

Kaynak: Sözler

Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. bir lezzet verse, bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.

Kaynak: Lem'alar

Bu dünya bizi kovmadan evvel ve 'Haydi dışarıya!' demeden, biz kemâl-i izzetle, Allaha ısmarladık deyip izzetimizle bu fâni zevklerimizi bırakmalıyız.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömr-ü sâni yolunda sarf eyle. (İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Dünyanın ömrü kısa olup, süratle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Seni intizar etmekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyanın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü, dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda. Öyle ise geç.. iyi mallar dizilmiş arkasında...

Kaynak: Sözler

Hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı faniyeye hasr-ı nazar etmek; anî bir şimşeği, sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.

Kaynak: Barla Lahikası

Kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fâni dünyaya riyakârâne bakması, acınacak bir hamakattır ve dehşetli bir hasârettir.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Herkesin hususî dünyasının direği, kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır, kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiş eder.

Kaynak: Lem'alar

Nefsini unutup, hayatın zevalini düşünmeyerek, hususî, kararsız dünyasını, aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini lâyemut farzederek dünyaya saplansa, şedid hissiyat ile ona sarılsa, onda boğulur gider.

Kaynak: Mektubat

Cahil dost, düşman kadar zarar verebilir.

Kaynak: Muhakemat

Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkâr ve duhul ile huruc haram oldukları gibi.. Hadis ve Kur’an’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnudur. Fakat ziyade etmek, nizamı bozduğu ve vehme kapı açtığı için daha zararlıdır. Noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur değildir.

Kaynak: Muhakemat

Dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir.

Kaynak: Muhakemat

Ene, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nuranî bir şecere-i tûba ile müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir.

Kaynak: Sözler

Ene, künûz-u mahfiye olan esma-i ilâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlâkının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşâdır, bir tılsım-ı hayretfezâdır.

Kaynak: Sözler

O ene, mahiyetinin bilinmesiyle, o garip muammâ, o acip tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künûzunu dahi açar.

Kaynak: Sözler

Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi, kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin.” demeli ve Ona yalvarmalı...

Kaynak: Sözler

Allahım, bizi saadet, selâmet, Kur’ân ve iman ehlinden eyle Âmin. Allahım, Efendimiz Muhammed’e ve âline ve ashâbına, Kur’ân’ın ilk indiği günden kıyametin kopmasına kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarında Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri sayısınca salât ve selâm et. Ve bunlar adedince, bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün mü’minlere rahmetinle merhamet et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Kaynak: Sözler

Allahım, kullarına Seni nasıl tanıyacaklarını ve Sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kâinat kitabının âyetlerinin tercümanı ve kulluğuyla Senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve erkek, kadın bütün mü’minlere merhamet et. Âmin, rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi.

Kaynak: Sözler

Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’id ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyetini başı boş bırakıp idam etme.

Kaynak: Sözler

Yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz.

Kaynak: Sözler

Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Manen bana denildi ki: “Yetmez mi derd, derman sana.”

Kaynak: Sözler

Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâdan geldiğine, ölümden sonra dirilişin hak olduğuna, Cennetin hak olduğuna, Cehennem ateşinin hak olduğuna, şefaatin hak olduğuna, Münker ve Nekir’in hak olduğuna, Allah’ın kabirlerdeki ölüleri tekrar dirilteceğine iman ettim. Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah resulü olduğuna şehadet ederim. Allahım! Tûbâ-i rahmetinin en lâtif, en şerif, en mükemmel ve en güzel meyvesi olan, âlemlere rahmet olarak ve Cennet demek olan dâr-ı âhireti gösteren şu tûbâ ağacının en süslü, en güzel, en parlak ve en âli semerelerine vesile-i vusulümüz olarak gönderdiğin zâta salât ve selâm et. Allahım, bizi ve anne ve babamızı ateşten koru. Bizi ve anne ve babamızı, ebrâr ile beraber, Seçkin Peygamberinin hürmetine Cennete dahil et. Âmin.

Kaynak: Sözler

Allahım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet burcunun ayına, hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına salât ve selâm olsun. Bize ve erkek-kadın bütün mü’minlere rahmet et. Âmin, âmin, âmin.

Kaynak: Sözler

Allahım! Senin rahmetine ve onun hürmetine nasıl yaraşırsa, ona ve âline öylece salât ve selâm olsun. Âmin.

Kaynak: Sözler

Ey Kur’ân’ı indiren Allahım! Kur’ân’ın ve kendisine Kur’ân indirilen zâtın hakkı için, kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Âmin, ey kendisinden istimdad edilen Müsteân!

Kaynak: Sözler

Cenab-ı Hak bizi ve sizi bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin.

Kaynak: Sözler

İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına, ihvânına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun. Âmin, ey Erhamürrâhimîn.

Kaynak: Sözler

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ كَمَا يَل۪يقُ بِرَحْمَتِكَ وَ بِحُرْمَتِه۪ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَ ارْحَمْنَا رَحْمَةً تُغْن۪ينَا بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰم۪ينَ اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ كَمَا يَل۪يقُ بِرَحْمَتِكَ وَ بِحُرْمَتِه۪ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَ ارْحَمْنَا رَحْمَةً تُغْن۪ينَا بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰم۪ينَ Ey Rahmân ve Rahîm olan Allahım! "Bismillâhirrahmânirrahîm"in hakkı için, Rahîmiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize "Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırlarını anlamayı temin et.

Kaynak: Sözler

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ ﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْنَا رَحْمَةً تُغْنِينَا بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ Allahım! "Bismillâhirrahmânirrahîm"in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmetle merhamet et.

Kaynak: Sözler

سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَۤا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm ve Hakîmsin. (Bakara Sûresi: 32)

Kaynak: Sözler

Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

Kaynak: Mektubat

Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefs sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez.

Kaynak: Mektubat

Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zaif ve zelil ve aşağıların silâhıdır.

Kaynak: Mektubat

Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.

Kaynak: Mektubat

Nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a’mâl-i salihayı yer, bitirir.

Kaynak: Mektubat

Gıybetin en fena ve en şenii ve en zalimane kısmı, kazf-i muhsanat nev’idir.

Kaynak: Barla Lahikası

Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler.

Kaynak: Sözler

“Gıybet, katl gibidir.” Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.

Kaynak: Sözler

Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz.

Kaynak: Lem'alar

Hased ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki, o hased, hased edeni yakar.

Kaynak: Lem'alar

Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar.

Kaynak: Mektubat

Eğer adavet hasedden gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.

Kaynak: Mektubat

Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fanidir, muvakkattir. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.

Kaynak: Mektubat

uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.

Kaynak: Mektubat

Hâsid, hased ettiği zaman bütün şerdir.

Kaynak: Şualar

Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder.

Kaynak: Lem'alar

Gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdat lisanıyla; fakr ve hâcâtını, tazarru ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster.

Kaynak: Sözler

Sıgar-ı nefstir tekebbürün menbaı. Zaaf-ı kalbdir gururun madeni. (Lemeat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Gurur zaafdan gelir, dalâlete Gider. Gurur Dahilde İlhaddır; Harice, Küffarın Efkârına Karşı Salâbettir. (Lemeât)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Mecmaü’l-mesâkin, melceü’l-fukara, hakkı himaye, hakikati muhafaza, gururu men’, tekebbürü def’ eden, yegâne İslâmiyettir. Evet, kemal ve şerefin mikyası İslâmiyettir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.

Kaynak: Lem'alar

Gururu bırak, aczini anla. Malikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren.

Kaynak: Lem'alar

Gurur ve kibirde öyle bir ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker.

Kaynak: Lem'alar

Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hatta izzet-i rütebîden fedakârlık etmek gerektir. (Sünuhat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.

Kaynak: Mektubat

Ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakka çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.

Kaynak: Mektubat

Şükür, nimette in’amı görmek demektir. İn’amı görmek, nimetin zevalinden hasıl olan elemi def’eder. Zira nimet zail olduğundan Mün’im-i Hakikî onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Nimet-i İlâhiye bir şükrân ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa nimet şükrü görmezse gider.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür.

Kaynak: Mektubat

Hamd ve senâ, medih ve minnet O’na mahsustur, O’na lâyıktır.

Kaynak: Mektubat

Cenab-ı Hak, hadsiz enva-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor.

Kaynak: Mektubat

Ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

Kaynak: Mektubat

Lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat lezzet-i zâhirîsiyle beraber, dâimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifât-ı Rahmanîyi şükür ile kazandırır.

Kaynak: Mektubat

Şükrün mikyâsı kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.

Kaynak: Mektubat

Hem şükür içinde, sâfî bir iman var, hâlis bir tevhid bulunur.

Kaynak: Mektubat

Rızkın, aşka lâyık bir sûreti var, o da şükür ile o sûret görünür. Yoksa ehl-i gaflet ve dalâletin rızka aşkları bir hayvanlıktır.

Kaynak: Mektubat

Hâlık-ı Rahmân'ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder

Kaynak: Mektubat

Şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.

Kaynak: Mektubat

Şükrün envâı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi, namazdır.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler.

Kaynak: Mektubat

Bütün o âza ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşf ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

Kaynak: Sözler

Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.

Kaynak: Sözler

Hangi şeye dikkat etsen şehadet eder ki, bu fâniden sonra bir bâki var.

Kaynak: Sözler

Hazırlanınız; başka, daimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir. Padişahımızın makarr-ı saltanatına gidip merhametine, ihsanlarına mazhar olacaksınız -eğer güzelce bu fermanı dinleyip, itaat etseniz-. Yoksa isyan edip dinlemezseniz, müthiş zindanlara atılacaksınız.

Kaynak: Sözler

Hakiki adalet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün.

Kaynak: Sözler

Nasıl ki şu âlem bütün mevcudatıyla Sâni-i Zülcelâline kat’î delâlet eder. Sâni-i Zülcelâlin de sıfat ve esma-i kudsiyesi, dâr-ı ahirete delâlet eder ve gösterir ve ister.

Kaynak: Sözler

En zaif damar ve dehşetli mâni, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder; zarurettir, mecburiyet var der, ruh ve kalbi susturur; doktoru müstebid bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir.

Kaynak: Barla Lahikası

Hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekvâ etmemek şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır.

Kaynak: Lem'alar

Salâvat-ı şerîfeyi getiren adam, zât-ı Peygamberîyi (a.s.m.) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taallûk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salâvat getirmeye müşevviki olsun.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır. Evet, salâvatın mânâsı rahmettir.

Kaynak: Lem'alar

Biz hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenâb-ı Hakka aittir.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur.

Kaynak: Barla Lahikası

İbadet dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve meade; yani dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsî ve nev’î kemalâta vasıtadır ve Hâlik ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

İnsanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi ve intizam altına alan ibadettir; şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan ibadettir; zâhirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden ibadettir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Elhasıl, ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise biz daima; اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى الطَّاعَةِ وَالتَّوْفٖيقِ demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Cadde-i kübra, elbette velâyet-i kübra sahipleri olan sahabe ve asfiya ve tabiîn ve eimme-i ehl-i beyt ve eimme-i müçtehidînin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’an’ın birinci tabaka şakirdleridir.

Kaynak: Mektubat

Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade, mehazdaki kudsiyet imtisâle sevk eder.

Kaynak: Mektubat

Her müstaid, nefsi için içtihad edebilir, teşri’ edemez.

Kaynak: Mektubat

İsm-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i amme-i kâinat, iktisad ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor.

Kaynak: Lem'alar

İktisad ve kanaat, hikmet-i ilâhiyeye tevfik-i harekettir

Kaynak: Lem'alar

Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Kaynak: Mektubat

Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a'lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksası, o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmektir.

Kaynak: Sözler

İşte ey insan! Eğer yalnız ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri; tahrib, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibariyle; arıdan, serçeden aşağı.. sinekten, örümcekten daha zaîfsin. İkinci cihet itibariyle; dağ, yer, göklerden geçersin.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını istimdat lisanıyla, fakr ve hâcâtını tazarru ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster. Ve حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ de; yüksel.

Kaynak: Sözler

(Ey İnsan) Sen, çendan nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı natıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalâacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nazırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

Kaynak: Sözler

Evet, ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle, sağir bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahluk, zaif bir hayvansın ki, bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkalanıp gidiyorsun.

Kaynak: Sözler

Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.

Kaynak: Sözler

Dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.

Kaynak: Sözler

Dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelal'in memluküsün. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünki hayatı veren odur, idare eden de odur.

Kaynak: Sözler

Ey insan! Onun esma ve sıfâtına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız mevcudata verme; faidesiz mahlukata dağıtma. Çünki âsâr ve mahlukat fânidirler.

Kaynak: Sözler

Ey insan, ibret alınız! Kurt, arslan, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanıyor, itaat ediyorlar. Sizlerin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışmanız iktiza eder.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil vücud-u daimiye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.

Kaynak: Mektubat

   Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın İslâmiyet nimetini buldun; dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hakeza...

Kaynak: Mektubat

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisadsız, israflı ve haksız, şekvalı, gafil insan! Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekki etme. Kimden kime şekva ettiğini bil, sus. Herhalde şekva etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekva et; çünkü kusur ondadır.

Kaynak: Mektubat

İman, insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor. İman bir intisaptır.

Kaynak: Sözler

İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisatın tazyikatından kurtulabilir.

Kaynak: Sözler

İman ve tevhid yolu gayet kısa ve doğru ve müstakîm ve kolaydır ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkülâtlı ve tehlikelidir.

Kaynak: Mektubat

İman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur.

Kaynak: Şualar

İman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Sübhanallah! İman ne kadar kıymettar ve hayattardır ki, hangi şeye girse canlandırır ve bir şulesi böyle fani hayatı, bakiyane hayatlandırır, üstündeki fenâyı siler.

Kaynak: Şualar

Bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Kader-i İlahî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de illet ve sebep itibarıyla dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir.

Kaynak: Sözler

Kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler.

Kaynak: Sözler

Kader, her şeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlaktan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Kader gelince göz kör olur.

Kaynak: Mektubat

Kader, ilmin bir nev’idir ki, her şeyin mânevî ve mahsus kalıbı hükmünde bir miktar tayin eder.

Kaynak: Lem'alar

Kur’an, ism-i âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin rabbi itibariyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın ilâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.

Kaynak: Sözler

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın, bütün kâinattaki âdiyat namıyla yad olunan, harikulâde ve birer mucize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-ı acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.

Kaynak: Sözler

Kur’ân-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatleri cami’ olduğundan, şiirin hayalâtından müstağnidir.

Kaynak: Sözler

Her bir âyetin ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, herbir meşrep sahibine birisini verir.

Kaynak: Sözler

Kelâmullah ünvanı, kemal-i liyakatle Kur’an’a verilmiş

Kaynak: Sözler

Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir.

Kaynak: Şualar

Namazın erkânı –Fütuhat-ı Mekkiye’nin şerh ettiği gibi– öyle esrarı havidir ki, her vicdanın muhabbetini celb etmek, namazın şe’nindendir. Namaz, Hâlik-ı Zülcelâl tarafından, her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde, manevî huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe’nindendir ki, her kalb, kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin ve miracvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur

Kaynak: Tarihçe-i Hayat

Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür.

Kaynak: Sözler

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Kaynak: Mektubat

Ramazan-ı Şerifteki oruç; hakikî ve halis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.

Kaynak: Mektubat

Orucun ekmeli ise; mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazât-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani muharremattan, mâlâyaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevk etmektir.

Kaynak: Mektubat

Karıncayı emirsiz, arıları yasubsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebisiz. Sırr-ı nizam-ı âlem, böyle ister elbette.

Kaynak: Sözler

Nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır.

Kaynak: Lem'alar

Nübüvvet ise, gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı ilâhiye ile ve secâyâ-yı hasene ile tahallûk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i ilâhiyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i ilâhiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i ilâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-yı ilâhiyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı ilâhîye istiğfar, naksını görüp kemal-i ilâhîye tesbihhân olmaktır...

Kaynak: Sözler

Nübüvvet gayet ağır ve büyük bir mükellefiyettir. Melekât-ı akliye ve istidâdât-ı kalbiyenin inkişafı ve tekemmülü ile o ağır mükellefiyet tahammül edilir.

Kaynak: Mektubat

Mu’cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz.

Kaynak: Mektubat

Elbette o zât, mevcudattaki kemâlâtın ve ahlâk-ı âliyenin misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır. Öyle ise, zâtında ve vazifesinde ve dininde şu kemâlât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir nokta-i istinaddır ki, hiçbir cihette sarsılmaz.

Kaynak: Mektubat

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.

Kaynak: Mektubat

Rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez.

Kaynak: Lem'alar

Nübüvvet-i mutlaka, nev-i beşerde kutup, belki merkez ve bir mihverdir ki, ahval-i beşer onun üzerine deveran ediyor.

Kaynak: Muhakemat

Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur.

Kaynak: Şualar

Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip olayım, tâ ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nur’un kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânının bir dellâlıyım.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Resâili’n-Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir.

Kaynak: Şualar

Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler.

Kaynak: Mektubat

Bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden men etti. Hattâ düşünmesini de bana unutturdu.

Kaynak: Mektubat

Siyaset-i hâzıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir.

Kaynak: Sözler

Bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhaldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin.

Kaynak: Mektubat

Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.

Kaynak: Lem'alar

Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.

Kaynak: Lem'alar

Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Kur’ân-ı Kerim, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi; şirki terk, İkincisi; maâsiyi terk, Üçüncüsü; mâsivâullahı terk etmektir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.

Kaynak: Lem'alar

Sebeb-i muhabbet olan iman ve tevhid Cebel-i Uhud gibidir. Sebeb-i adavet olan şeyler çakıl taşları gibidir. Çakıl taşlarını Cebel-i Uhud’dan daha ağır telakki etmek ne kadar akılsızlıksa; mü’minin mü’mine adaveti, o kadar kalbsizliktir. Mü’minlerde adavet, yalnız acımak manasında olabilir. Elhasıl: İman muhabbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.

Kaynak: Sözler

Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani, onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır.

Kaynak: Sözler

İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehâvünü def eder.

Kaynak: Sözler

Vesveselerin, ne hakaik-i İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; sû-i istimâle müsait bir bataklıktır.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Biz ki Kürd’üz aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Â’mâl-i mâliyenin kutbu zekâttır.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Zekât İslâm’ın kantarası, yani köprüsüdür.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası zekâttır.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Tabakalar arasında musalâhanın temini ve münâsebetin tesisi, ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden olan zekât ve zekâtın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Beşerde, havas ve avâm, iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan; ve avâmdan havâssa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır.

Kaynak: Mektubat

Evet, dünyanın fani yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, baki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve ayine-i esma-i ilâhiye ve mezraa-i ahiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-i meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.

Kaynak: Mektubat

Şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır.

Kaynak: Mektubat

Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbublara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için baki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâb eder..

Kaynak: Mektubat

Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi: İsevîlik din-i hakikisinden ve İslâmiyetten aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nafi sanatları ve adâlet ve hakkaniyete hizmet eden fünûnları takip eden Avrupaya hitap etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahate ve dalâlete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupaya hitab ediyorum. Şöyle ki: O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünûn-u nafiadan başka olan malâyani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupanın şahs-ı manevisine karşı demiştim: Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakim ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup, dava edersin ki; “Beşerin saadeti bu ikisi iledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben اَلْاِسْلَامِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, avrupanın bir nevi frenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve avrupa, o frenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.

Kaynak: Mektubat

Ey bu vatan gençleri! frenkleri taklide çalışmayınız!... Âyâ, Avrupanın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahat ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip, kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü, şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehâsı, ne kadar harika da olsalar, cemaatın şahs-ı manevîsinden gelen dehâsına karşı mağlûb düşebilir.

Kaynak: Tarihçe-i Hayat

Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş. Müslüman alemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslamî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. Her bir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmağa meyusane çabalarken, Risale-i Nur, Hızır gibi imdada yetişti.

Kaynak: Sikke-i Tasdîk-i Gaybî

Bu zaman cemaat zamanıdır. Şahs-ı manevî hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dâhi-i hidayet çıkardı. Şimdi ise cemaat şeklinde bir şahs-ı manevî olmasından, onun karşısında ancak bir şahs-ı manevî mukabele edebilir.

Kaynak: Müdafaalar

Hem, binler dua ve münacatlarından yalnız Cevşenü’l-Kebir ile, öyle bir marifet-i rabbaniye ile, öyle bir derecede rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.

Kaynak: Şualar

Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar...

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Cevşenü’l-Kebîr ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nûrî, kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümât karanlıklarını dağıtıyor.

Kaynak: Zülfikar Mecmuası

Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

İşte, ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları sizi korkutmakla kudsî cihad-ı manevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz: “Biz hizbü’l-Kur’an’ız. اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla, Kur’an’ın kal’asındayız. حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. binler ihtimalden bir ihtimal ile şu kısa hayat-ı faniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüzbinler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz.

Kaynak: Mektubat

Evet, sahibü’s-seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdır.

Kaynak: Mektubat

Meselâ, cihada asker sevk etmekte, elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm, küffarın istilâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra, şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür.

Kaynak: Mektubat

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı cihad edeceğiz; sanat, marifet silahıyla. (Münazarat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Eskiden beri i’lâ-yı kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile, kendini yekvücut olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musib, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf, ihtizazını harikulâde ta’cil etti. (Sünûhat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Şehit velidir. Cihad, farz-ı kifayeden farz-ı ayn’a; belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Hac ve zekât gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hattâ adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün etmezse, cihad şehadet-i hakikiyeyi intac eder. Zira vücub tezauf etse taayyün eder. İhtiyarı tazammun eden niyetin tesiri azalır. Şu günahkâr millette, birdenbire onbinler evliya inkişaf ve tezahür etse, az bir mükâfat değildir. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. Onların iaşelerini, tamahkâr ve bahil insanlara yükletmez.

Kaynak: Mektubat

Hem hıfza çalışan çocukların tabakasına karşı dahi, Kur’an-ı Hakîm, o nazik, zaif, basit ve bir sahife kitabı hıfzında tutamayan o çocukların küçük kafalarında, o büyük Kur’an ve çok yerlerinde iltibas ve müşevveşiyete sebebiyet veren, birbirine benzeyen ayetlerin ve cümlelerin teşabühüyle beraber, kemal-i suhuletle, kolaylıkla o çocukların hafızalarında yerleşmesi suretinde, i’cazını onlara dahi gösterir.

Kaynak: Mektubat

   Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusane teellümâtın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem mufarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir.  اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ  demeli. “O verdi, o aldı.  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ‌  deyip sabırla şükretmeli.

Kaynak: Mektubat

Nev’-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, ahiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler.

Kaynak: Şualar

Nev-i beşerin bir cihette hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zaif ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurane yaşayabilirler.

Kaynak: Şualar

Hem de dörde kadar taaddüd-ü zevcat, tabiata, akla, hikmete muvafakatıyla beraber şeriat, bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekizden dokuzdan dörde indirmiştir. Bahusus taaddüde öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da, ehvenü’ş-şerdir. Ehvenü’ş-şer ise, bir adalet-i izafiyedir. (Tulûat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâb edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevisi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevisini öldürür; öyle de, Hazret-i İsâ aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden Deccal'ı öldürür. Yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.

Kaynak: Mektubat

Deccalın yalancı cenneti ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir.

Kaynak: Mektubat

Ehadis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır.

Kaynak: Mektubat

O Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, bismillahirrahmanirrahim de, o şefaatçiyi bul.

Kaynak: Sözler

Bismillâh, her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı hâliyle vird-i zebanıdır.

Kaynak: Sözler

Bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.

Kaynak: Sözler

Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi bismillahirrahmanirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.

Kaynak: Sözler

İşte, rabbimizi bize tarif eden Kur’an-ı Hakîm, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi, şu sahaif-i arz ve semada müstetir künûz-u esma-i ilâhiyenin keşşafı, şu sutûr-u hadisatın altında muzmer hakaikin miftahı, şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi, şu âlem-i maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi; avâlim-i uhreviyenin haritası, zat ve sıfat ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şarihi, tefsir-i vazıhı, bürhan-ı natıkı, tercüman-ı sâtıı; şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikisi, mürşid ve hadîsi; hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubûdiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve marifet gibi, beşerin bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddîkînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir kütüphane-i mukaddesedir.

Kaynak: Mektubat

Evet, mevcudatın mütemadiyen zevalleri, tazelenmeleri gösteriyor ki, o mevcudat, bir Sâni-i Kadîrin kudsî esmasının cilveleri ve envar-ı esmaiyesinin gölgeleri ve ef’alinin eserleri ve kalem-i kader ve kudretin nakışları ve sahifeleri ve cemal-i kemalinin ayineleridir.

Kaynak: Mektubat

Kâinat ayinesinde ve mahiyat-ı eşya ayinelerinde esma-i kudsiye-i ilâhiyenin irade ve ihtiyar ve kudret ile hasıl olan cilveleriyle tezahür eden nukûş-u masnuatın vücud-u vacibden ayrı, hâdis bir vücudu var.

Kaynak: Lem'alar

İnsan çendan fanidir, fakat beka için halkedilmiş ve baki bir Zâtın ayinesi olarak yaratılmış ve bakî meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve baki bir Zâtın baki esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir. Öyle ise, böyle bir insanın hakiki vazifesi ve saadeti, bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâkî-i Sermedînin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâkîye müteveccih olup gitmektir.

Kaynak: Lem'alar

Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikinin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı ve çok perdelerden geçmiş zaif gölgeleridir, belki cilve-i esma-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.

Kaynak: Lem'alar

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi, diyanet noktasındadır.

Kaynak: Lem'alar

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvaya girer. Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. Ne bedbahttır o kadın ki, muttaki kocasını taklit etmez. O mübarek ebedî arkadaşını kaybeder. Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

Kaynak: Lem'alar

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdab-ı İslâmiyetle olabilir.

Kaynak: Lem'alar

İnsanın, hususan Müslümanın tahassüngâhı ve bir nev’i cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.

Kaynak: Lem'alar

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvi seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.

Kaynak: Lem'alar

Bütün ihtilâlât ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne.” İkinci kelime: “İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.” Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da vücub-u zekâttır. İkinci kelimenin devası, hurmet-i ribadır. Adalet-i Kur’aniye âlem kapısında durup, ribaya, “Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden dinlemeli.

Kaynak: Mektubat

Hem İslâmiyet, havastan ziyade, avamın tahassüngâhı olmuştur. Vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ ile havassı, avâmın üstünde müstebid yapmak değil, bir cihette hâdim yapıyor, سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ ۞ خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ diyor.

Kaynak: Mektubat

Ribanın kab ve kapıları olan bankaların nef’i, beşerin en fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur-u harbî hürmetsiz, ismetsizdir. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek namazın şe’nindendir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hükemanın Avrupa’da gelmesi, kader-i ezelinin bir remzi, bir işaretidir ki, Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir. felsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.

Kaynak: Mektubat

Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki ilâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz, imtizac etmez, bel’ olunmaz, tabi olmaz...

Kaynak: İçtimaî Dersler

İstikrarsız, mütegâyir ve mütegayyir, birbirine mükezzib fen ve felsefe nazariyatı, tarik ve menbaca ayrı olan vahyin nusûsuna ayar olamaz, mihenk olamaz. (Şuaat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor! Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelip hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.

Kaynak: Sözler

Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir.

Kaynak: Sözler

Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet, menfi milliyeti” tutar. Semeratı ise, “hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid”dir. Halbuki, kuvvetin şe’ni tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.

Kaynak: Sözler

zaman-ı fetrette, وَمَا كُنَّا مُعَذِّبٖينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولًا sırrıyla, ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil-ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur.

Kaynak: Mektubat

İmam-ı mübîn, ilim ve emr-i ilâhînin bir nevine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı hâlden ziyade, mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zâhirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar. Kader-i ilahînin bir defteridir.

Kaynak: Mektubat

imam-ı mübîn, bir nevi ilim ve emr-i ilâhînin bir ünvanıdır.

Kaynak: Mektubat

İmam-ı mübîn kader defteri ise, kitab-ı mübîn kudret defteridir.

Kaynak: Mektubat

Âlem-i şehadet, avalimü’l-guyûb üstünde tenteneli bir perdedir.

Kaynak: Mektubat

Âlem-i mülk ve şehadet, âlem-i melekût ve ervah üstünde tenteneli bir perdedir. (Nokta)

Kaynak: İçtimaî Dersler

En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur. (Hadis)

Kaynak: Mektubat

Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fani ve geçici gençliğini iffetle hayrata –istikamet dairesinde– sarfetse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.

Kaynak: Asa-yı Musa

Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti, iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.

Kaynak: Asa-yı Musa

İhtiyarlara der: Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmağa çalış; ağlamasını gülmeye çevirir.

Kaynak: Asa-yı Musa

Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur.

Kaynak: Mektubat

Demek akıl, kalb, vicdan, insaniyet, rikkat-i cinsiye, tabiat, şeriat nazarında merdud gıybet, matruddur. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Takva-yı hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.

Kaynak: Mektubat

Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakârlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maal-gayr olsa hıyanettir, amel-i tâlihtir. Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.

Kaynak: Mektubat

Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur. Kavinin zaife karşı tevazuu, zaifde tezellül olur. Bir ulü’l-emrin makamındaki ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir; hanesindeki ciddiyeti kibirdir, mahviyeti tevazudur.

Kaynak: Mektubat

Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Kaynak: Mektubat

Bir hane-i rabbaniye ve bir sefine-i ilâhiye olan bir mü’minin vücudunda, iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı masume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden ona kin ve adavet bağlamakla o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni ve gaddar bir zulümdür.

Kaynak: Mektubat

Kaderi tenkid eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.

Kaynak: Mektubat

Nasıl ki, bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde, her biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.

Kaynak: Mektubat

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ بِالتَّهَوُّسِ تَرَجَّلَ النِّسَاءِ بِالتَّوَقُّحِ Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek, inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.

Kaynak: Mektubat

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ بِالتَّهَوُّسِ تَرَجَّلَ النِّسَاءِ بِالتَّوَقُّحِ Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek, inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.

Kaynak: Mektubat

Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.

Kaynak: Lem'alar

Mü’minde hırs sebeb-i hasarettir ve sefalettir.

Kaynak: Lem'alar

Ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk olunmaya ve teşvik edilmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilemez. Belki mesailerin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salâbet-i diniye ile olur.

Kaynak: Lem'alar

Hırs, hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.

Kaynak: Lem'alar

Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler.

Kaynak: Lem'alar

Din-i İslâmı hristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lâkayd olmak, pek büyük bir hatadır.

Kaynak: Mektubat

İslâmiyeti hristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır; o kıyas yanlıştır

Kaynak: Mektubat

Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakki etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedenni etmiş. hristiyanlık ise bilâkistir.

Kaynak: Mektubat

Ey birader, âlem-i Hristiyanın rüçhanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek, genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır. (Devaü’l-Ye’s)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.

Kaynak: Mektubat

Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.

Kaynak: Mektubat

Hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahim tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır. (Hutbe-i Şamiye)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müdhiş, amma güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun, benim gibi bir Kürd’ü tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktı. Seni, ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan; bu millet-i mazlume de eski zamana nisbet bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmese اَلْعَظَمَةُ لِلّٰهِ وَالْمِنَّةُ لَهُ ki bizi kabr-i vahşet ve istibdattan ihraç; ve cennet-i ittihad ve muhabbet-i milliyeye davet etti. (Nutuk)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlastır.

Kaynak: Lem'alar

Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.

Kaynak: Lem'alar

İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.

Kaynak: Lem'alar

Her şeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.

Kaynak: Lem'alar

Samimi bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz.

Kaynak: Lem'alar

İhlâs ile kim ne isterse Allah verir.

Kaynak: Lem'alar

Bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, tâ avam-ı nasın ve havass-ı beşeriyenin ilhamatına kadar ve avam-ı melâikenin ilhamatından tâ havass-ı kerrubiyyunun ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı rabbaniyedir.

Kaynak: Mektubat

Vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise, semere-i vahiy olan âdâb-ı şer’iye, o derece, semere-i ilham olan âdâb-ı tarikatten yüksek ve ehemmiyetlidir.

Kaynak: Mektubat

Vahiy iki kısımdır: Biri, vahy-i sarihîdir ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur; Kur’an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi. İkinci kısım, vahy-i zımnîdir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma aittir.

Kaynak: Mektubat

Bir şey, vücudu vacip olmadıkça vücuda gelmez. Evet, irade-i cüz’iyenin taallûkuyla irade-i külliyenin taallûku bir şeyde içtima ettikleri zaman, o şeyin vücudu vacip olur ve derhal vücuda gelir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Âdetullah üzerine, irade-i külliye-i ilâhiye, abdin irade-i cüz’iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallûkundan sonra o taallûk eder. Öyle ise cebir yoktur.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

İrade-i cüz’iye-i insaniye ve cüz-i ihtiyarîyesi, çendan zaiftir, bir emr-i itibarîdir; fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaif, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır.

Kaynak: Sözler

Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar

Kaynak: Muhakemat

İhsan-ı ilâhîden fazla ihsan, ihsan değildir.

Kaynak: Muhakemat

Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır.

Kaynak: Muhakemat

İhsan-ı ilâhî ile tavsifte kanaat etmek farzdır.

Kaynak: Muhakemat

Cemiyete dahil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir.

Kaynak: Muhakemat

Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır.

Kaynak: Muhakemat

Bir şeyin aslını gösteren semeresidir.

Kaynak: Muhakemat

Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur.

Kaynak: Muhakemat

Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir.

Kaynak: Muhakemat

Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesiri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesiri işlemek demektir.

Kaynak: Muhakemat

Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir.

Kaynak: Muhakemat

Bir fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir. Onunla temessül etmek gerektir.

Kaynak: Muhakemat

Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitablarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz.

Kaynak: Muhakemat

Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü’t-tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meylü’l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü’l-mübalağa ile, hayali hakikate karıştırmaktır.

Kaynak: Muhakemat

İstikbale hüküm sürecek ve her kıtasında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir. Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır.

Kaynak: Muhakemat

Akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.

Kaynak: Muhakemat

Âlemde meylü’l-istikmal vardır. Onun ile hilkat-ı âlem, kanun-u tekâmüle tâbidir.

Kaynak: Muhakemat

İnsan ise; âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuddur.

Kaynak: Muhakemat

Kim bir şeyde çok tevaggul etse; galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir.

Kaynak: Muhakemat

Evet her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez...

Kaynak: Muhakemat

Zira Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın misdakı i’cazıdır. Müfessiri eczasıdır. Manası içindedir. Sadefinde dürrdür, meder değildir.

Kaynak: Muhakemat

Asıl mana odur ki; elfaz onu sımahta boşalttığı gibi zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezahir-i efkârı feyizyab eden şeydir.

Kaynak: Muhakemat

Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.

Kaynak: Muhakemat

İfrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduğundan daha kabahatlidir.

Kaynak: Muhakemat

Evet her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise, bir keşşaftır.

Kaynak: Muhakemat

Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, her biri bir fende mütehassıs muhakkikîn-ı ulemadan müntehab bir meclis-i mebusan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri telif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem’ etmelidirler. Evet meşrutiyettir, herşeyde meşveret hükümfermadır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-i ümmetin hücciyeti, buna hüccettir.

Kaynak: Muhakemat

Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder.

Kaynak: Muhakemat

Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile bazı ehadis-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zatlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur’an olan ehadis-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.

Kaynak: Muhakemat

Muhakkikîn şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır.

Kaynak: Muhakemat

İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır.

Kaynak: Muhakemat

Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitablarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir.

Kaynak: Muhakemat

Evet bir fende sözü hüccet olanın sair fenlerde nakil veya dava cihetiyle hükmünü hüccet tutmak, taksimü’l-mehasin ve tefrikü’l-mesaî olan kanun-u ilâhîsine vech-i rıza göstermemek demektir.

Kaynak: Muhakemat

Mübalağa ihtilâlcidir.

Kaynak: Muhakemat

Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü’t-tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meylü’l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü’l-mübalağa ile, hayali hakikate karıştırmaktır. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde tezyidinden noksan, ıslahından fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder. Zira muvazenet ve tenasübden naşi olan hüsnü, مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُ ihlâl eder. Nasıl ki bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı dâ’e inkılab etmektir.

Kaynak: Muhakemat

Vaiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır.

Kaynak: Muhakemat

Kur’a arş-ı âzamdan ve ism-i âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır.

Kaynak: Mektubat

İnsanlarda veli, Cuma’da dakika-i icabe, Ramazan’da Leyle-i Kadir, esma-i hüsnada ism-i âzam, ömürde ecel meçhul kaldıkça, sair efrad dahi kıymettar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.

Kaynak: Mektubat

İnsanlarda veli, cumada dakika-i icabe, ramazanda leyle-i kadir, esmaü’l-hüsnada ism-i azam, ömürde ecel meçhûl kaldıkça, sair efrad dahi kıymettar kalır, ehemmiyet verilir. Taayyün ettikçe, sairleri rağbetten düşer. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahdır. Zira vehim, ebediyete ihtimal verdiğinden, mübhemde nefsi kandırır. Muayyende ise, yarısı geçtikten sonra, darağacına tedricen takarrüb gibidir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bilmek, hayatın alâmeti; işitmek, dirilik emaresi; görmek, dirilere mahsus; irade, hayat ile olabilir; ihtiyarî iktidar, zîhayatlarda bulunur; tekellüm ise, bilen dirilerin işidir.

Kaynak: Şualar

Salâhat niyetiyle sana verilen bir şey salih olmazsan kabul etmek haramdır. (İbn-i Hacer)

Kaynak: Mektubat

Mahlûkattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor. Ve hatta her bir faaliyette kat’iyen lezzet vardır. Belki her bir faaliyet bir nevi lezzettir.

Kaynak: Mektubat

Muarradır feza-i feyzimiz şeyn-i temennadan Bize dâd-ı ezeldir zîrden, bâlâdan istiğna Çekildik neşve-i ümitten, tûl-i emellerden O mecnunuz ki, ettik vuslât-ı Leylâdan istiğna

Kaynak: İçtimaî Dersler

Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki ilâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz, imtizac etmez, bel’ olunmaz, tabi olmaz...

Kaynak: İçtimaî Dersler

Gayr-i meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, ahiret mesuliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder.

Kaynak: Asa-yı Musa

O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Ahireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Ahirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idam-ı ebedî kapısı, yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için cezası olarak aynını görecek.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

kerametin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkramın izharı ise, bir tahdis-i nimettir.

Kaynak: Mektubat

Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikine uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip akrebiyet-i ilâhiyenin inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyatı çoktur. Keşif ve keramet onda az görünür.

Kaynak: Mektubat

Karıncayı emirsiz, arıyı yâsubsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette beşeri nebisiz bırakmaz. Âlem-i şehadetteki insanlara inşikak-ı kamer bir mucize-i Ahmediye (a.s.m.) olduğu gibi, Mirac dahi âlem-i melekûttaki melâike ve ruhaniyata karşı bir mucize-i kübra-yı Ahmediyedir ki, nübüvvetinin velâyeti bu keramet-i bâhire ile isbat edilmiştir ve o parlak zat, berk ve kamer gibi melekûtta şulefeşan olmuştur.

Kaynak: Mektubat

Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder. Ve o harika süratiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor. Eğer sürati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı. Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.

Kaynak: Asa-yı Musa

Hiç mümkün müdür ki; bir saltanat, bahusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden mutilere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.

Kaynak: Sözler

Elhasıl, madem Allah var, elbette ahiret vardır.

Kaynak: Asa-yı Musa

İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır.

Kaynak: Mektubat

İnkilâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adam, dinden hissesi beytü’l-ankebut gibi zaif düşmüş cehalettir, onu korkutur; takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira, itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle saadetini yalnız hükümetin cebinden zannettiğinden kalbini, aklını da hükümetin kesesinden tahayyül eder, korkar.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Havf ve zaaf, tesirat-ı hariciyeyi teşci eder.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Muhakkak maslâhat, mevhum mazarrata feda edilmez.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Kudret-i ilâhiyeye nisbeten yıldızlar, zerreler gibi kolaydır; hadsiz efrad, bir ferd kadar külfetsiz ve rahatça icad edilir.

Kaynak: Mektubat

Kudret-i ilâhiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir ferd kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halketmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır.

Kaynak: Mektubat

Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Kaynak: Mektubat

Tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil.

Kaynak: Mektubat

küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şehadetlerini tekziptir ve mevcudat ayinelerinde cilveleri görünen esma-i ilâhiyeyi tezyiftir.

Kaynak: Mektubat

Rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.

Kaynak: Mektubat

Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricidir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir, bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcut ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nev’ilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Kaynak: Mektubat

Sabit, daim, fıtrî kanunlar gibi; ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş ve kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Ve bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir...

Kaynak: Asa-yı Musa

Havarık-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, manevî bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidat ile istenilmiş onlara verilmiştir.

Kaynak: Mektubat

Evet böyle istibdat ve sefahete, zilletle memzuç medeniyete; bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet; eşhası, fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat medeniyet, nev-i insaniyetin terakki ve tekemmüle, mahiyet-i nev’iyesini kuvveden fiile çıkmasına hizmet eder. İşte bu nokta-i nazarda, medeniyeti istemek, insaniyeti istememektir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Sosyalistlik desatiri, İslâmiyetin esâsâtını bozamaz; şu medeniyet-i sefihe bozuyor, hem çok pahalı düşüyor. Zira maddiyyunluk ve engizisyonluk mâyesiyle neşv ü nema bulan medeniyet-i hâzıra, pek çok aldatıcı ve müşevvik vesait ile mücehhez ve cazibedardır. O sehhâre, din ve namus ve fazilet mukabilinde kendini satıyor. Şaşaalı bir hayatı gösterip takdim ettiğinden dinden, namusdan fazla rüşvet alıyor. Sosyalistlik ise; basit, sade bir hayatı takdim ediyor. Ona mukabil kimseyi dininden, imanından, namusundan büyük bir hisseyi feda etmek icbar etmediği gibi, kimse de kendinden mecburiyet hissetmez.

Kaynak: İçtimaî Dersler

İslâmiyet gaflet edip küstü. Hristiyanlık dini kendi hasmı olan fen ve medeniyeti kendine mal edip, iki silahla galebe çaldı. Şimdi Şarkda müthiş bir silah imal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık, İslâmiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı, husumetle dayanmak pek güçtür.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Şu medeniyet-i meş’ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor. Melâike-i kiramın; أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ deki endişelerinin sırrını gösteriyor. İşte bir köyde bir hain bulunsa, o köyü masumeleriyle imha etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa, o cemaati çoluk çocuğuyla ifna etmek veya Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya, kanun-u zalimanesine serfuru etmeyen birisi tahassun etse, o binayı harap etmek gibi, en dehşetli vahşetlere şu medeniyet fetva veriyor.

Kaynak: İçtimaî Dersler

İhtiyaç, medeniyetin üstadıdır.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Melâike ise ecnas-ı muhtelifedir. Cin dahi öyle.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Melâike ibâd-ı mükerremdir, emre muhalefet etmezler. Ecsam-ı lâtife-i nuraniyedirler. Enva-ı muhtelifeye münkasımdırlar.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Melâike bir ümmetir ki, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı tekviniyenin hamelesi ve mümessili ve mümtesilidirler. Müessir-i hakiki olan kudret-i fatıranın ve irade-i ezeliyenin emrine tabi bir nevi ibâdullahtır.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi, semavatın da kendine münasip sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’îde, o ecnas-ı muhtelifeye, melâike ve ruhaniyet tesmiye edilir.

Kaynak: Sözler

Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hatemü’l-enbiyadan sonra, şeriat-ı kübrası her asırda her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Kaynak: Sözler

Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âletide kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.

Kaynak: Lem'alar

Sevad-ı âzama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı âzama dayandığı zaman, lâkayd Emevilik, en nihayet Ehl-i Sünnet Cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli alevilik, en nihayet az bir kısmı Rafıziliğe dayandı.

Kaynak: Mektubat

Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilisinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebepdir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.

Kaynak: Mektubat

Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyete hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli.

Kaynak: Mektubat

Ey insan! Bil ki, o rahmetin arşına yetişmek için bir mirac var. O mirac ise بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ 'dir.

Kaynak: Sözler

Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mucizesini göstermiş; öyle de, semavat ahalisine Mirac mucize-i ekberini göstermiştir.

Kaynak: Mektubat

Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, ahirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.

Kaynak: Sözler

Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor! Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelip hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.

Kaynak: Sözler

Namazın manası, Cenab-ı Hakkı tesbih ve tazim ve şükürdür. Yani, celâline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek; hem, kemaline karşı lâfzen ve amelen “Allahu ekber” deyip tazim etmek; hem, cemaline karşı kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir.

Kaynak: Sözler

Nasıl ki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır ve Fatiha-i Şerife, şu Kur’an-ı Azîmüşşanın bir timsal-i münevveridir. namaz dahi bütün ibadatın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.

Kaynak: Sözler

İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Hased etme, hırs gösterme, adavet etme, inat etme, dünyayı sevme!” Yani, “Fıtratını değiştir” gibi, zâhiren onlarca malâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.

Kaynak: Mektubat

Din nasihattan ibarettir. Nasihatta tesir lâzım. Tesir de hamiyet-i İslâmiyenin heyecanı ve vicdanların ihtisasına vabestedir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesbeder. Ve onların her biri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü’min, imanıyla Hâlikının emanetini, Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.

Kaynak: Mektubat

Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.

Kaynak: Mektubat

Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.

Kaynak: Mektubat

Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri 1 işlememektir.

Kaynak: Mektubat

Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen, Sözlere ve envar-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın.

Kaynak: Mektubat

Risale-i Nur’u yazmanın dünyevî ve uhrevî pek çok faidelerinden, Risale-i Nur’da beyan edilen ve şakirdlerinin tecrübeleriyle tasdik edilen yalnız birkaç tanesini beyan ediyoruz. BEŞ TÜRLÜ İBADET 1- En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı manen mücahede etmektir. 2- Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmektir. 3- Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir. 4- Kalemle ilmi tahsil etmektir. 5- Bazen bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen, tefekkürî olan bir ibadeti yapmaktır. BEŞ TÜRLÜ DE DÜNYEVÎ FAİDESİ VAR 1- Rızıkta bereket. 2- Kalbde rahat ve sürur. 3- Maişette suhulet. 4- İşlerinde muvaffakiyet. 5- Talebelik faziletini almakla bütün Risale-i Nur talebelerinin has dualarına hissedar olmaktır.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Zat-ı risaletin akvali gibi, ef’al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın mehazlarıdır.

Kaynak: Mektubat

Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Kaynak: Sözler

ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricidir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir, bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcut ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nev’ilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Kaynak: Mektubat

Sıkıntı sefahetin muallimidir. Yeis, dalâlet-i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menbaıdır.

Kaynak: Mektubat

Küremiz hayvana benziyor, âsar-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop, küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır. Âlem, insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i ferdiye hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? Allah’ın böyle çok hayvanları var.

Kaynak: Mektubat

Ruh, vücud-u haricî giydirilmiş bir kanundur

Kaynak: Sözler

Hadis-i sahih ile, nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü, nevmde rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş.1 Demek, rüya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taallûku var.

Kaynak: Mektubat

Rüya-yı sadıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır.

Kaynak: Mektubat

Evet, uyku nasıl ki avam için rüya-yı sadıka cihetinde bir mertebe-i velâyet hükmündedir. Öyle de, umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı, fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde âlem-i gayba bakan bir penceredir.

Kaynak: Mektubat

Sabır üçtür: Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvadır; اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ sırrına mazhar eder. İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevk ediyor.

Kaynak: Mektubat

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisadsız, israflı ve haksız, şekvalı, gafil insan! Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekki etme. Kimden kime şekva ettiğini bil, sus. Herhalde şekva etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekva et; çünkü kusur ondadır.

Kaynak: Mektubat

Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikine uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip akrebiyet-i ilâhiyenin inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyatı çoktur. Keşif ve keramet onda az görünür.

Kaynak: Mektubat

Evet, cadde-i kübra, sahabe ve tâbiîn ve asfiyanın caddesidir.

Kaynak: Mektubat

cadde-i kübra, elbette velâyet-i kübra sahipleri olan sahabe ve asfiya ve tabiîn ve eimme-i ehl-i beyt ve eimme-i müçtehidînin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’an’ın birinci tabaka şakirdleridir.

Kaynak: Mektubat

İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve rahmeten li’l-âlemîn ünvanıyla Kur’an’da tesmiye edilen Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu rahmeten li’l-âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.

Kaynak: Sözler

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Evet, o zat, Cenab-ı Hakkın rızasını ve Cennette mülâkat ve rü’yetiyle saadet-i ebediyeyi istiyor. Bu istenilen şeylerin icadına rahmet, hikmet, adalet gibi sayısız esbab olmadığı takdirde, o zat-ı nuraninin tek duası ve tazarru ile niyaz etmesi, Cennetin icadına ve itasına kâfidir. Binaenaleyh, o zatın risaleti, imtihan ve ubudiyet için şu dünyanın kurulmasına sebep olduğu gibi, o zatın ubudiyetinde yaptığı dua, mükâfat ve mücazat için dâr-ı ahiretin icadına sebep olur.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvi seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Evet, sıdk ve doğruluk İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

İman sıdktır, doğruluktur.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bir tane sıdk, bir harman yalanları yakar. Bir tane hakikat, bir harman hayalâta müreccahtır. لَا يَلْزَمُ مِنْ لُزُومِ صِدْقِ كُلِّ قَوْلٍ قَوْلُ كُلِّ صِدْقٍ “Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil.”

Kaynak: Mektubat

Kur’an-ı Hakîmin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.

Kaynak: Mektubat

Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan, “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı için eşhas feda edilir.”

Kaynak: Mektubat

Her bâtıl bir mesleğin her bir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, her bir hak mesleğin dahi her bir ciheti hak olmak lâzım değildir.

Kaynak: Mektubat

Şimdilik İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır.

Kaynak: Mektubat

Ehadis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır.”

Kaynak: Mektubat

Hazret-i Mehdi’nin cemiyet-i nuraniyesi, süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, sünnet-i seniyyeyi ihya edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cemiyetinin mucizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.

Kaynak: Mektubat

“Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zaif damarlarını tutup kendine musahhar eder.”

Kaynak: Şualar

İsraf eden ona (süfyana) esir olur, onun dam’ına düşer.

Kaynak: Şualar

O süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanun ile tamim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için inşaallah ihtida eder, daha herkes –yalnız istemeyerek– onu giymekle kâfir olmaz.

Kaynak: Şualar

İslâmların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali’nin (r.a.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccalı süfyan’dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek.1 Kâfirlerin büyük Deccalı ayrıdır. Yoksa Büyük Deccalın cebr ve ceberrut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.

Kaynak: Şualar

Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.

Kaynak: Mektubat

Tarikatın en mühim esası, sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.

Kaynak: Mektubat

İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i ehl-i tarikat derler ki: “Bir tek sünnet-i seniyyeye ittiba noktasında hasıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevafil-i hususiyeden gelemez. Bir farz bin sünnete müreccah olduğu gibi, bir sünnet-i seniyye dahi bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır” demişler.

Kaynak: Mektubat

Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, sünnet-i seniyyeye ittibadır. Yani, a’mâl ve harekâtında sünnet-i seniyyeyi düşünüp ona tabi olmak ve taklid etmek ve muamelât ve ef’alinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.

Kaynak: Mektubat

Ey nefs! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, sünnet-i seniyyeye ittiba et.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Sünnet-i seniyyeye ittibaı terk eden, hakiki Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakiki dost da olamaz.

Kaynak: Lem'alar

Muhabbetullah, sünnet-i seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, sünnet-i seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, sünnet-i seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.

Kaynak: Lem'alar

Elbette o zatın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise hasaret-i azime, ehemmiyetsiz görür ise cinayet-i azime, tekzibini işmam eden tenkid ise dalâlet-i azimedir.

Kaynak: Lem'alar

Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâb edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevisi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevisini öldürür; öyle de, Hazret-i İsâ aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden Deccal'ı öldürür. Yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.

Kaynak: Mektubat

Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, âl-i beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, âl-i beytten Muhammed Mehdî isminde bir zat-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

Kaynak: Mektubat

Deccalın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan, surî, cebbarane olan hakimiyetine ulûhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi pek cesimdir.

Kaynak: Mektubat

Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; o bürhan-ı bâhir olan peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiya hayatdar kökleri, bütün evliya taravetdar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki, her bir davasını mucizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.

Kaynak: Mektubat

Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki, bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde, her biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.

Kaynak: Mektubat

Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Kaynak: Mektubat

Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında, o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlup düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,

Kaynak: Lem'alar

Zaiflerin cemiyeti ve şahs-ı manevîsi kavî olduğu gibi, (Haşiye) kavîlerin cemiyeti ve şahsı manevîsi ise zaiftir.

Kaynak: Lem'alar

İşte, ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’an’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin azalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i rabbaniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmak ile tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.

Kaynak: Lem'alar

şefkat bütün envaıyla latif ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envaına tenezzül edilmiyor.

Kaynak: Mektubat

Halk-ı şer, şer değil, belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü, halk ve icad bütün netaice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netaice bakar.

Kaynak: Mektubat

kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlardır.

Kaynak: Mektubat

Âlem-i insaniyette ise, meratib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir; Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var. İşte, kömür gibi olan ervah-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. Âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.

Kaynak: Mektubat

İşte, nev-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde, kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nevinden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.

Kaynak: Mektubat

Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefahirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme.

Kaynak: Mektubat

“Bu işittiğim Kur’an, başka kitablara benzemez. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkinde olacak. Umumun altındaki şık ise, kimse diyemez ve dememiş; şeytan dahi diyemez. Öyle ise umumun fevkindedir.”

Kaynak: Mektubat

Evvelâ, rıza-yı ilâhî ve iltifat-ı rahmanî ve kabul-ü rabbanî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir.

Kaynak: Mektubat

Hâlık-ı Zülcelal'in vücub u vahdeti gibi bütün evsaf-ı kemaliyesine ve cemaliye ve celaliyesine şu mevcudat şehadet ettikleri gibi; kusursuz, noksaniyetsiz kemal-i zâtîsini de isbat ederler. Çünki eserde kemal, fiilin kemaline; fiilin kemali, ismin kemaline; ismin kemali, sıfatın kemaline; sıfatın kemali, şe'nin kemaline; şe'nin kemali, zâtın kemaline hadsen, zarureten, bedaheten delalet eder.

Kaynak: Nur'un İlk Kapısı

Kur'an kitab-ı zikir, kitab-ı dua, kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir, belki eblağdır. Zira zikrin şe'ni, tekrar ile tenvirdir. Duanın şe'ni, terdad ile takrirdir. Emir ve davetin şe'ni, tekrar ile te'kiddir.

Kaynak: Nur'un İlk Kapısı

Hâlik-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd, mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak kâinat fabrikasına hareket veriyor. Her bir vücud-u fâniyi çok bâki vücudlara çekirdek yapar, makasıd-ı rabbaniyesine medar eder, şuunat-ı sübhaniyesine mazhar kılar, kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar. Ve daha bilmediğimiz pek çok inayât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerratı cevelâna, mevcudatı seyerana, hayvanatı seyelâna, seyyaratı deverana getirir, kâinatı konuşturur, ayatını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır.

Kaynak: Mektubat

Nasıl Cenâb-ı Hakkın zat ve sıfatında nazir ve şebih ve misli yoktur; öyle de, şuunat-ı rububiyetinde misli yoktur. Sıfatı nasıl mahlûkat sıfatına benzemiyor; muhabbeti dahi benzemez.

Kaynak: Mektubat

Senin şu hayatının gayesi, neticesi, o Malikin esmasına ve şuûnatına bir mazhariyettir.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Her şey, her şe’ninde Ona muhtaçtır; Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki, o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin; ve ne de tesadüfün hakkı var ki, o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın.

Kaynak: Mektubat

Eğer senin vücudun, Vahid-i Ehad olan Kadîr-i Ezelînin kalemiyle mektub olmazsa ve tabiata, esbaba mensub matbu ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde daireler misillû, binler mürekkebler adedince tabiat kalıplarının bulunması lâzım gelir.

Kaynak: Asa-yı Musa

Eğer gayet intizamlı, mizanlı, sanatlı, hikmetli şu mevcudat, nihayetsiz kadîr, hakîm bir zata verilmezse, belki tabiata isnad edilse, lâzım gelir ki, tabiat, her bir parça toprakta, Avrupa’nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parça toprak, menşe ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin.

Kaynak: Asa-yı Musa

Elhasıl, nasıl ki Zat-ı Vacibü’l-Vücudun şerik ve nazîri mümteni ve muhaldir; öyle de rububiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerîk-i zatî gibi mümteni ve muhaldir.

Kaynak: Asa-yı Musa

Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak. Zerrattan seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör. Ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın programını yazan Nakkaş-ı Ezelînin cilvesini gör, fermanına bak, Kur’an’ını dinle, o hezeyanlardan kurtul.

Kaynak: Asa-yı Musa

Elhasıl, tabiiyyunların mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise, ancak bir sanat olabilir, sâni olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hakim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, hâlik olamaz. Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fail olamaz. Kanundur, kudret değildir, kâdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.

Kaynak: Asa-yı Musa

İman lâzım, İslâmiyet lâzım; tarikat zamanı değil.

Kaynak: Mektubat

İmam-ı Rabbanî ve müceddid-i elf-i sâni Ahmed-i Farukî (r.a.) demiş: “Hakaik-i imaniyeden bir tek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramata müreccahtır. Hem bütün tarikatların gayesi ve neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.”

Kaynak: Mektubat

Cenâb-ı Hakka vasıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’an’dan alınmıştır. Fakat tarikatların bazısı bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor.

Kaynak: Mektubat

Cenâb-ı Hakka vasıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’an’dan alınmıştır. Fakat tarikatların bazısı bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kasır fehmimle Kur’an’dan istifade ettiğim, acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarikidir. Evet, acz dahi aşk gibi; belki daha eslem bir tarikdir ki, ubudiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahman ismine isâl eder. Hem şefkat dahi aşk gibi; belki daha keskin ve daha geniş bir tarikdir ki, Rahîm ismine isâl eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi; belki daha zengin ve daha parlak bir tarikdir ki, Hakîm ismine isâl eder. Şu tarik; hafî tarikler misillû, letaif-i aşere gibi on hatve değil ve tarik-ı cehriye gibi nüfus-u seb’a, yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki “dört hatve”den ibarettir. Tarikattan ziyade hakikattır, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu, Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa, onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarikin evrâdı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebâiri terketmektir. Ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Kaynak: Mektubat

Şu kısa tarikin evrâdı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebâiri terketmektir. Ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Kaynak: Mektubat

Tarikatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde ve sâyesi altında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-i ruhanî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye mazhariyet; “tarikat,” “tasavvuf” namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşerîdir.

Kaynak: Mektubat

Velâyet bir hüccet-i risalettir; tarikat bir bürhan-ı şeriattır.

Kaynak: Mektubat

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz'ın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Rahmet-i ilâhiyenin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakka vusûle vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî, pek çok müşkilâtla aşk-ı hakikîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakkı bulur. Öyle de, şefkat, fakat müşkilâtsız, daha kısa, daha safi bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakka rapteder.

Kaynak: Mektubat

Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlik-ı Rahîmi, onu bu pis dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçı hem ebedî bir evlât yapacak. Mufarakat muvakkattır, merak etme; اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ * اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ de, sabret.

Kaynak: Mektubat

Tarikatta, zikr-i kalbî ile ve tefekkür-ü aklî ile kazandığı teveccüh ve huzur ve kuvvetli niyetler vasıtasıyla âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek ve muamelât-ı dünyeviyesini a’mâl-i uhreviye hükmüne getirip sermaye-i ömrünü hüsn-ü istimal etmek cihetiyle, ömrünün dakikalarını, hayat-ı ebediyenin sünbüllerini verecek çekirdekler hükmüne getirmektir.

Kaynak: Mektubat

Seyr-i sülûk-ü kalbî ile ve mücahede-i ruhî ile ve terakkiyat-ı maneviye ile insan-ı kâmil olmak için çalışmak; yani hakikî mü’min ve tam bir Müslüman olmak; yani, yalnız surî değil, belki hakikat-i imanı ve hakikat-i İslâmı kazanmak; yani, şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlik-ı Zülcelâline abd olmak ve muhatap olmak ve dost olmak ve halil olmak ve ayine olmak ve ahsen-i takvimde olduğunu göstermekle, benî-Âdem’in melâikeye rüçhaniyetini isbat etmek ve şeriatın imanî ve amelî cenahlarıyla makamat-ı âliyede uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.

Kaynak: Mektubat

Hem tefekkür dahi aşk gibi; belki daha zengin ve daha parlak bir tarikdir ki, Hakîm ismine isâl eder.

Kaynak: Mektubat

Hadis-i Şerifte vardır ki: “Bir adamın seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.” (1)“Bazen bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlı olur." (2)

Kaynak: Asa-yı Musa

İşte şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki, şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i rabbaniyenin mucizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Ya Rabbi ve ya Rabbe’s-semavati ve’l-aradîn! Ya Hâlikı ve ya Hâlik-ı Küll-i Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı, bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur’an’a ve imana hizmet için insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap! Ve bana ve ihvanıma, iman-ı kâmil ve hüsn-ü hatime ver. Hazret-i Musa aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahim aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Davud aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman aleyhisselâma cinnî ve insî ve Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a, kalbleri ve akılları musahhar kıl! Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefs ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l-Firdevs’te mesud kıl! Âmin. Âmin. Âmin.

Kaynak: Şualar

Tefekkür, gafleti izale eder.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Risaletü’n-Nur’un ve şakirdlerinin mesleki, dört esas üzerine gidiyor. Birincisi tefekkürdür; Hakîm ismine bakıyor. Biri de şefkattir, hadsiz olan fakrını hissetmektir ki; Rahman ve Rahîm isimlerine bakıyor.

Kaynak: Şualar

En büyük dersimiz, acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı nebeviyenin lâfızları camid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mana-yı örfilerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez

Kaynak: Mektubat

Ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sure-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimî olan elfaz-ı ilâhiye ve nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letaifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabiratı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur.

Kaynak: Mektubat

Kelimat-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mana-yı lügavisinden ziyade, mana-yı örfi-i şer’isine bakılır. Öyle ise değişmeleri şer’an mümkün değildir.

Kaynak: Mektubat

Şu kısa tarikin evrâdı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebâiri terketmektir. Ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Kaynak: Mektubat

Ye’s, mâni-i her kemaldir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği gibi; nefsin muktezası daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer.

Kaynak: Mektubat

Fahr ise ucb ve riyaya medardır.

Kaynak: Barla Lahikası

Ayıplarımı söyleyen bana iyilik eder, beni ucb ve riyadan kurtarır.

Kaynak: Barla Lahikası

Tarikatlar hakikatlerin yollarıdır.

Kaynak: Tılsımlar Mecmuası

دَرْ طَرِيقِ نَقْشِبَنْدِى لاَزِمْ اٰمَدْ چَارِ تَرْك: تَرْكِ دُنْيَا، تَرْكِ عُقْبٰى، تَرْكِ هَسْتِى، تَرْكِ تَرْكْ Yani, ‘Tarik-i Nakşî'de dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına ahireti dahi maksud-u hakiki yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir.’ Demek hakiki marifetullah ve kemalât-ı insaniye terk-i mâsiva ile olur.”

Kaynak: Tılsımlar Mecmuası

Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan inayat-ı ilâhiyeyi beyan etmekte medar-ı fahr ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd ve şükür ve tahdis-i nimet olur.

Kaynak: Barla Lahikası

Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.

Kaynak: Sözler

uyku bes. Siz de uyanınız

Kaynak: İçtimaî Dersler

Nev-i insanî bir nefstir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefstir; baki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefstir; ahiret suretine girmek için o da ölecek.

Kaynak: Lem'alar

uyku üç nevidir. Birincisi: Gaylûledir ki, fecirden sonra, tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadisçe sebebiyet verdiği için, hilâf-ı sünnettir.(1 İkincisi: Feylûledir ki, ikindi namazından sonra, mağribe kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle, o günkü ömrü nevmâlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından, maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevî cihetiyle de, o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uykuyla geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor. Üçüncüsü: Kaylûledir ki, bu uyku sünnet-i seniyyedir.(2) Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber,...

Kaynak: Lem'alar

İmam-ı Şafiî (k.s.) gibi büyük zatlar: “Talebe-i ulûmun hattâ uykusu da ibadet sayılır.” diye ziyade ehemmiyet vermişler

Kaynak: Şualar

Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi. Ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umur-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalâlete düşer boğulursunuz.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Vahdetü’l-vücud ise, bir meşreb ve bir hâl ve bir nakıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit, çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar, en münteha mertebe zannediyorlar.

Kaynak: Mektubat

Evet, cadde-i kübra, sahabe ve tâbiîn ve asfiyanın caddesidir. حَقَائِقُ الْاَشْيَاءِ ثَابِتَةٌ cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. Ve Cenâb-ı Hakkın, لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ mazmunu üzere, hiçbir şeyle müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlikıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsarıdır. “Heme ost” değil, “Heme ezost” tur. Çünkü, hadisat ayn-ı kadim olamaz.

Kaynak: Mektubat

Meslekler, mezhebler ne kadar bâtıl da olsalar içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur. Eğer âsarına ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve menfi cihetleri müsbet cihetlerine mağlûb ise o meslek haktır. Eğer içindeki hak ve hakikat neticelere hüküm edemiyor ve menfi ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid’a ve dalâlet olur.

Kaynak: Mektubat

Her bâtıl bir mesleğin her bir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, her bir hak mesleğin dahi her bir ciheti hak olmak lâzım değildir.

Kaynak: Mektubat

Fakat vehhabilerin seyyiat ve tahribatlarıyla beraber, medar-ı şükran bir cihetleri var ki, o çok mühimdir. Belki onların tahribkârane olan seyyiatlarına mukabil o cihettir ki onları şimdilik muvaffak ediyor. O cihet de şudur ki, namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbik-i harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaydlık etmiyorlar. Güya dinin taassubu namına tecavüz ediyorlar. Başkaları gibi dinin ehemmiyetsizliğine binaen şeair-i diniyeyi tahrib etmiyorlar.

Kaynak: Mektubat

Evet, alem-i İslâmın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumîden kurtulmasının sebebi, Kur’an’dan gelen iman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr etmeleridir.

Kaynak: Kastamonu Lahikası

Hem, dua bir ubudiyettir; ubudiyet ise, semeratı uhreviyedir. Dünyevi maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir; o maksatlar, gayeleri değil.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, halisen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli; rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli; rahmetini ittiham etmemeli.

Kaynak: İman ve Küfür Muvazeneleri

Nasıl ki, güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de: yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir. İbadet ve duanın sebebi ve neticesi, emir ve rıza-i ilâhîdir; faidesi, uhrevîdir.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Yağmursuzluk, bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı; ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniyye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı ilâhiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir.

Kaynak: Mesnevî-i Nuriye

Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir

Kaynak: Mektubat

Sâni-i Zülcelal, âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi, bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hatem-i vahdaniyet bastığı gibi, her bir azasında dahi birer mühr-ü vahdeti vardır.

Kaynak: Mektubat

Cüz-ü lâyetecezza zerresinden insana, insandan şems-i şumusa müteselsil mahrutî silsilenin vasatındaki cevher-i feridi, insan-ı mükerremdir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Kudret-i ezelinin feyz-i tecellisi ve eser-i ibdaı olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata her bir zerreye birer zerre-i cazibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatın rabıtası olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inşa ve icad etmiştir.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffafedir, teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlika müteveccihdir. Terettüb, teselsül yoktur. İlliyet malûliyet giremez. İ’vicacatı yoktur. Avaik müdahale edemez. zerre şemse kardeş olur.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Meselâ: Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ: Kâinatın hâilsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalardan farzedilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahemetsiz, tecezzisiz, tenakuzsuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bütün kâinatın “Kün” emrine itaatı, bir zerre neferi itaatı gibidir

Kaynak: İçtimaî Dersler

Kâinatı Elinde Tutamayan, zerreyi Halkedemez

Kaynak: İçtimaî Dersler

İcad ve Cem-i Ezdadda Büyük Bir Hikmet Var. Kudret Elinde Şems ve zerre Birdir

Kaynak: İçtimaî Dersler

Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’caza bak ki: Kur’an hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı davet olduğundan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzem ve eblâğdır.

Kaynak: Mektubat

Kur’an hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı davet olduğundan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzem ve eblâğdır.

Kaynak: Mektubat

Bil ki: Nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemalâtın fezlekesi ve esasıdır.

Kaynak: Lem'alar

Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm’e dairdir. Bu mübarek lâtif kelime, bakiyatü’s-salihat denilen meşhur beş zikir kelâmının beşincisidir: Sübhanallah, elhamdulillah, Lâ ilâhe illallah, Allahu ekber, Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm.

Kaynak: Lem'alar

Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, âlil bir uzvun reçetesi, ittiba-ı Kur’an’dır.

Kaynak: Mektubat

Âzametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, tali’siz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâm’dır.

Kaynak: Mektubat

Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Zira her şey, her şeyle bağlıdır.

Kaynak: Mektubat

Haşirde bütün zevil-ervahın ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineğin baharda ihya ve inşasından kudrete daha ağır olamaz. Zira kudret-i ezeliye zatiyedir; tagayyür edemez, acz tahallül edemez, avaik tedahül edemez. Onda meratib olamaz; her şey ona nisbeten birdir.

Kaynak: Mektubat

Sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi o halketmiştir.

Kaynak: Mektubat

Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.

Kaynak: Mektubat

Kâinatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak, muktedir birer fail-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek, سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ diyeceklerdir.

Kaynak: Mektubat

Esbaba tesir-i hakikî verilmemiş; vahdet ve celâl öyle ister. Lâkin, mülk cihetinde, esbab dest-i kudrete perde olmuştur; izzet ve âzamet öyle ister; tâ, nazar-ı zâhirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umur-u hasise ile mübaşir görülmesin.

Kaynak: Mektubat

Mahall-i taallûk-u kudret olan her şeydeki melekûtiyet ciheti, şeffaftır, nezihdir.

Kaynak: Mektubat

Bir noktayı tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahi lâzımdır. Zira, şu kitab-ı kebir-i kâinatın her bir harfinin, bahusus zîhayat her bir harfinin, her bir cümlesine müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü vardır.

Kaynak: Mektubat

Meşhurdur ki, hilâl-i ıyde bakarlardı. Kimse bir şey görmedi. İhtiyar bir zat yemin ederek “Hilâli gördüm” dedi. Halbuki gördüğü hilâl değil, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. O kıl nerede, kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede, fâil-i teşkil-i enva nerede?

Kaynak: Mektubat

Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi’ değil. Nakıştır, nakkaş değil. Kabildir, fail değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil.

Kaynak: Mektubat

Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbesiyledir.

Kaynak: Mektubat

Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümuvv der: “Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim.” Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: “Piliç olacağım.” Biiznillâh olur, doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: “Fazla yer tutacağım.” Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.

Kaynak: Mektubat

Karıncayı emirsiz, arıyı yâsubsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette beşeri nebisiz bırakmaz. Âlem-i şehadetteki insanlara inşikak-ı kamer bir mucize-i Ahmediye (a.s.m.) olduğu gibi, Mirac dahi âlem-i melekûttaki melâike ve ruhaniyata karşı bir mucize-i kübra-yı Ahmediyedir ki, nübüvvetinin velâyeti bu keramet-i bâhire ile isbat edilmiştir ve o parlak zat, berk ve kamer gibi melekûtta şulefeşan olmuştur.

Kaynak: Mektubat

Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahittir. Birincisi ikincisine bürhan-ı limmîdir; ikincisi birincisine bürhan-ı innîdir.

Kaynak: Mektubat

Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevk eder. Hayat, bir şeyi her şeye malik eder.

Kaynak: Mektubat

Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricidir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir, bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcut ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nev’ilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Kaynak: Mektubat

Ziya ile mevcudat görünür; hayat ile mevcudatın varlığı bilinir. Her birisi birer keşşaftır.

Kaynak: Mektubat

Nasraniyet ya intifâ veya ıstıfâ edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intifâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm işaret etmiştir ki, “Hazret-i İsa nazil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.”

Kaynak: Mektubat

Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade, mehazdaki kudsiyet imtisâle sevk eder.

Kaynak: Mektubat

eriatın yüzde doksanı (zaruriyat ve müsellemat-ı diniye) birer elmas sütundur. Mesâil-i içtihadiye-i hilâfiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altının himayesine verilmez. Kitablar ve içtihadlar Kur’an’a dürbün olmalı, ayine olmalı; gölge ve vekil olmamalı.

Kaynak: Mektubat

Bir fikre davet, cumhur-u ulemanın kabulüne vabestedir. Yoksa davet bid’attır, reddedilir.

Kaynak: Mektubat

İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazen bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor.

Kaynak: Mektubat

Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok ayineleri vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misâle, âlem-i misâlden âlem-i ervaha, hatta zamana, fikre tenevvü ediyor. Hava ayinesinde, bir kelime milyonlar kelimat olur; kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acip istinsah ediyor. İn’ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsâlleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuraninin kendi ayinelerinde olan timsâlleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir.

Kaynak: Mektubat

Şeriatın yüzde doksanı (zaruriyat ve müsellemat-ı diniye) birer elmas sütundur. Mesâil-i içtihadiye-i hilâfiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altının himayesine verilmez. Kitablar ve içtihadlar Kur’an’a dürbün olmalı, ayine olmalı; gölge ve vekil olmamalı.

Kaynak: Mektubat

Şems, hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düşmez. Silkinmezse, yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır.

Kaynak: Mektubat

Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezc olmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. Gözün muzlim nehar-ı ebyazı, muzîi (Haşiye) leyle-i süveyda ile mezc olmazsa basarsız olduğu gibi; fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir.

Kaynak: Mektubat

İlimde iz’an-ı kalb olmazsa cehildir. İltizam başka, itikad başkadır.

Kaynak: Mektubat

Bâtıl şeyleri iyice tasvir, sâfi zihinleri idlâldir.

Kaynak: Mektubat

Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir.

Kaynak: Mektubat

Bir şeyin vücudu, bütün eczasının vücuduna vabestedir. Ademi ise, bir cüz’ünün ademiyle olduğundan, zaif adam, iktidarını göstermek için tahrip taraftarı oluyor, müsbet yerine menfice hareket ediyor.

Kaynak: Mektubat

Desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz.

Kaynak: Mektubat

Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.

Kaynak: Mektubat

Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.

Kaynak: Mektubat

Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.

Kaynak: Mektubat

Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur. Fukaranın aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken, esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur.

Kaynak: Mektubat

Bir şeyde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş ederler. Seyyiat olsa, avama taksim ederler.

Kaynak: Mektubat

Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.

Kaynak: Mektubat

Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira, beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez.

Kaynak: Mektubat

Tarik-i gayr-ı meşru ile bir maksadı takip eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür; Avrupa muhabbeti gibi. Gayr-ı meşru muhabbetin âkıbetinin mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir.

Kaynak: Mektubat

Maziye, mesaibe kader nazarıyla ve müstakbele, measiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebir ve İtizal, burada barışırlar.

Kaynak: Mektubat

Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cezaa iltica etmemek gerektir.

Kaynak: Mektubat

Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir.

Kaynak: Mektubat

Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur. (Haşiye) Öyle şerait tahtında olur ki, küçük bir hareket, insanı âlâ-yı illiyyine çıkarır. Ve öyle hâl olur ki, küçük bir fiil, insanı esfel-i sâfilîne indirir. Haşiye (Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur.

Kaynak: Mektubat

Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.

Kaynak: Mektubat

İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir.

Kaynak: Mektubat

Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır.

Kaynak: Mektubat

Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.

Kaynak: Mektubat

İhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır.

Kaynak: Mektubat

Nev-i beşere rahmet olan Kur’an, ancak umumun lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.

Kaynak: Mektubat

Şehid, kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından, gayr-ı münkatı ve baki görüyor; yalnız, daha nezih olarak buluyor.

Kaynak: Mektubat

Adalet-i mahza-i Kur’aniye, bir masumun hayatını ve kanını, hatta umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgâmlıkla, öyle insan olur ki, ihtirasına mâni her şeyi, hatta elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i beşeri mahvetmek ister.

Kaynak: Mektubat

Deli adama “İyisin, iyisin” denilse iyileşmesi, iyi adama “Fenasın, fenasın” denilse fenalaşması nadir değildir.

Kaynak: Mektubat

Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

Kaynak: Mektubat

İnadın işi: Şeytan birisine yardım etse, “Melektir” der, rahmet okur. Muhalifinde melek görse, “Libasını değiştirmiş şeytandır” der, lânet eder.

Kaynak: Mektubat

Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.

Kaynak: Mektubat

Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.

Kaynak: Mektubat

Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul, adem-i delil-i sübut, onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır.

Kaynak: Mektubat

İmanî meselelerde şüphe, bir delili, hatta yüz delili atsa da, medlûle iras-ı zarar edemez. Çünkü binler delil var.

Kaynak: Mektubat

Sevad-ı âzama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı âzama dayandığı zaman, lâkayd Emevilik, en nihayet Ehl-i Sünnet Cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevilik, en nihayet az bir kısmı Rafıziliğe dayandı.

Kaynak: Mektubat

Hakta ittifak, ehakta ihtilâf olduğundan, bazen hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine “Hüve hakkun” demeli, “Hüve’l-hakku” dememeli. Veyahut “Hüve hasen” demeli, “Hüve’l-hasen” dememeli.

Kaynak: Mektubat

Zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor. Nur, nâr göründüğü gibi, bazen şiddet-i belâgat dahi mübalâğa görünür.

Kaynak: Mektubat

Hararetteki meratib, burudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülüyledir. Kudret-i ezeliye zatiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; âcz tahallül edemez, meratib olamaz, her şey ona nisbeten müsavidir.

Kaynak: Lem'alar

Şemsin feyz-i tecellisi olan timsâli, denizin sathında ve denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.

Kaynak: Mektubat

Hayat, cilve-i tevhiddendir; müntehası da vahdet kesb ediyor.

Kaynak: Mektubat

İnsanlarda veli, Cuma’da dakika-i icabe, Ramazan’da Leyle-i Kadir, esma-i hüsnada ism-i âzam, ömürde ecel meçhul kaldıkça, sair efrad dahi kıymettar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.

Kaynak: Mektubat

Dünyada masiyetin akıbeti, ikab-ı uhreviye delildir.

Kaynak: Mektubat

Rızık, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk, gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neşet eden maraz öldürür; rızıksızlık değil.

Kaynak: Mektubat

Âkilu’l-lâhm vahşilerin helâl rızıkları, hayvanatın hadsiz cenazeleridir. Hem rû-yi zemini temizliyorlar, hem rızıklarını buluyorlar.

Kaynak: Mektubat

Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa.. ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.

Kaynak: Mektubat

Lezaiz çağırdıkça, “Sanki yedim” demeli. “Sanki yedim”i düstur yapan Sankiyedim namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi.

Kaynak: Mektubat

Eskiden ekser İslâm aç değildi; tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır; telezzüze ihtiyar yoktur.

Kaynak: Mektubat

Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoşgeldin demeli. Geçmiş lezaiz, ah vah dedirtir. Ah, müstetir bir elemin tercümanıdır. Geçmiş âlâm, oh dedirtir. O oh, muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.

Kaynak: Mektubat

Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.

Kaynak: Mektubat

Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa, isti’zam ile üflense şişer, merak edilse ikileşir; kalbdeki misâli, hayali, hakikate inkılâb eder, o da kalbi döver.

Kaynak: Mektubat

Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere, kamet-i kıymetinden yüksek ise; tekebbürle tetavül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile tekavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.

Kaynak: Mektubat

Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur. Kavinin zaife karşı tevazuu, zaifde tezellül olur. Bir ulü’l-emrin makamındaki ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir; hanesindeki ciddiyeti kibirdir, mahviyeti tevazudur.

Kaynak: Mektubat

Tertib-i mukaddematta tefviz tenbelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa’yi kuvvetlendirir; mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir.

Kaynak: Mektubat

Evamir-i şer’iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücazatın ekseri ahirette, ikincisinde ağlebi dünyada olur. Meselâ, sabrın mükâfatı zaferdir; ataletin mücazatı sefalettir; sa’yin sevabı servettir; sebatın mükâfatı galebedir. Müsavatsız adalet, adalet değildir.

Kaynak: Mektubat

Temasül tezadın sebebidir. Tenasüb tesanüdün esasıdır. Sıgar-ı nefs tekebbürün menbaıdır. Zaaf gururun madenidir. Acz muhalefetin menşeidir. Merak ilmin hocasıdır.

Kaynak: Mektubat

Kudret-i fâtıra, ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla, başta insan, bütün hayvanatı gemlendirip nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halâs edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek terakkiyatı temin etmiştir.

Kaynak: Mektubat

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ بِالتَّهَوُّسِ تَرَجَّلَ النِّسَاءِ بِالتَّوَقُّحِ Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek, inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.

Kaynak: Mektubat

Beşerin şimdiki seyyiat-âlûd hırçın ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmiyetlidir.

Kaynak: Mektubat

Memnu’ heykel, ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riya-yı mütecessiddir.

Kaynak: Mektubat

İslâmiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zatta, meylü’t-tevsi’, meylü’t-tekemmüldür. Lâkaydlık ile hariçte sayılan zatta, meylü’t-tevsi’, meylü’t-tahriptir. Fırtına ve zelzele zamanında, değil içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. Lâubaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.

Kaynak: Mektubat

Biçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.

Kaynak: Mektubat

Şeriat ikidir: Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef’alini ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki, bazen yanlış olarak “tabiat” tesmiye edilir. Melâike bir ümmet-i azimedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler.

Kaynak: Mektubat

Maddiyunluk manevî tâundur ki, beşere şu müdhiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı ilâhiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü ettikçe, o tâun da tevessü eder.

Kaynak: Mektubat

En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı, işsiz adamdır. Zira, atalet ademin biraderzadesidir. Sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.

Kaynak: Mektubat

Cuma’da hutbe, zaruriyat ve müsellematı tezkirdir; nazariyatı talim değildir. İbare-i Arabiye daha ulvî ihtar eder. Hadis ile ayet muvazene edilse görünür ki, beşerin en beliği dahi, ayetin belâgatine yetişemez, ona benzemez.

Kaynak: Mektubat

Lâik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telâkki ederim.

Kaynak: Şualar

Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.

Kaynak: Mektubat

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah ne vakit Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, zulmedenler, padişah da olsa da hayduttur. bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı cihad edeceğiz; sanat, marifet silahıyla. Amma, komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevk eden Ermenilerle kemal-i memnuniyetle dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var. Husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz. (Münazarat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki: مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعً ayetin mana-yı işarîsiyle, bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

Kaynak: Mektubat

Ye’s ve sû-i zandan neşet eden zaaf-ı kalb; mazlumun, zalimin darbelerinden mütevali âlâmından in’ikas eden teellümatı kendi vicdanından izale için, mazlumun istihkakını arzu edip bahaneler bulur, “Müstahaktır” der. Sefil, güneş vermezse, gölge edip manen zulme de yardım etmesin.

Kaynak: İçtimaî Dersler

Hırs ile aculiyet, sebeb-i haybettir. Zira müretteb basamaklar gibi fıtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden, haris muvaffak olamaz. Olsa da tertib-i ca’lisi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan yeise düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır. Allah kalbin bâtınını iman ve marifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zâhirini, sair şeylere müheyya etmiştir. Cinayetkâr hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar. (Hakikat Çekirdekleri)

Kaynak: İçtimaî Dersler

İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zaika gibi bir hiss-i saika, hem bir hiss-i şaika vardır. Hem gayr-ı meş’ur hisler çoktur. (Nokta)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bazen arzu fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder. (Sünuhat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Garibdir ki, bazı adam pis bir çamura düşer, kendini aldatmak için misk ü anber diye yüzüne gözüne bulaştırır. (Tuluat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bizde biri fâsık olsa galiben ahlâksız ve vicdansız olur. Zira arzu-yu mâsiyet vicdandaki imanın sadasını susturmakla inkişaf edebilir. Demek vicdanını ve maneviyatını sarsmadan, istihfaf etmeden tam ihtiyar ile şerri işlemez. Onun için İslâmiyet; fâsıkı hain bilir, şehadetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder. Zimmîyi ve muahidi ibka eder.

Kaynak: İçtimaî Dersler

İcra-yı adalet, din namına olmalı, ta akıl ve kalb ve ruh müteessir olsunlar, imtisal etsinler. Yoksa yalnız vehim müteessir olur. Yalnız hükûmetin cezasından korkar, —eğer tahakkuk etse.— Nâsın itabından çekinir, —eğer tebeyyün etse.— (Tuluat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bir cani yüzünden çok masumları ihtiva eden bir gemi batırılmaz. Bir cani sıfat yüzünden çok evsaf-ı masumeyi muhtevi bir mü’mine adavet edilmez (Tuluat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Yâ Rab! Garîbem, bîkesem, zaîfem, natüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem. Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hahem zidergâhet ilâhî!

Kaynak: Mektubat

Ya Rab! Habib-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hürmetine ve ism-i âzam hakkına, şu risaleyi neşredenlerin ve rüfekasının kalblerini envar-ı imaniyeye mazhar ve kalemlerini esrar-ı Kur’aniyeye naşir eyle ve onlara sırat-ı müstakimde istikamet ver. Âmin.

Kaynak: Mektubat

Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dava değil, dava içinde bürhandır.

Kaynak: Mektubat

Felillahilhamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.

Kaynak: Mektubat

Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilat-ı Kur'aniyenin lemaatındandır. Benim hissem; yalnız şiddet-i ihtiyacımla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur. Derd benimdir, deva Kur'anındır.

Kaynak: Mektubat

Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin akıbeti, mükâfatı; mahbubun gaddarane adavetidir. (Sünuhat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

Bir dane sıdk, bir harman yalanları yakar. Bir dane hakikat, bir harman hayalâta müreccahtır. (Münazarat)

Kaynak: İçtimaî Dersler

İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zâhirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû-i fehm ve sû-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstahak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.

Kaynak: Muhakemat

Asıl insaniyet-i kübra olan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır.

Kaynak: Muhakemat

Evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tenbellik ve atalettir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Evet, nasıl ki Fatiha Kur’an’a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri havi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlukatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin numunelerine de şamildir. Mesela, secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.

Kaynak: İşarat'ül-İ'caz

Hem şimdi anlıyorum ki, eskidenberi benim liyakatım olmadığı halde bana verilen bediüzzaman lâkabı, benim değildir; belki Risale-i Nur’un manevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış

Kaynak: Mektubat

“Gelin, hepimiz bu hevaî ve nefsî arzulardan vazgeçelim; hakaik-i Kur’aniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım; aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip Bediüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim; zulmetten Nura dönelim.” (Mustafa Sungur)

Kaynak: Şualar

“Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz ahirette, birimiz dünyada olsak; biz yine birbirimizle beraberiz. Kâinatın kuvveti toplansa bizi yüksek Üstad Said Nursî’den ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıramazlar." (Zübeyir Gündüzalp)

Kaynak: Şualar