Muhammed Sıddık Şeyhanzade
M. Sıddık Şeyhanzade (D. 1948, Bingöl- Ö. 2017, İstanbul), asıl adı M. Sıddık Dursun’dur. İlk ve ortaöğrenimini Bingöl’de, yüksek öğrenimini ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Tenvir Neşriyat'ın kurucusu olan Şeyhazade’nin Risale-i Nur ve Nurculuk üzerine birçok çalışması yayınlanmıştır. 1989-1998 yıllarında yayınlanan ve camianın yayın organı olan Dava dergisinde başyazarlık görevini icra etmiştir. Onu asıl özelliği ise Nurculuk tarihindeki yeri ve oynadığı roldür.
Risale-i Nur ile memleketi olan Bingöl’de tanışan Sıddık Şeyhanzade, daha sonra başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok yerdeki Nurcularla tanışmış ve onlarla teşrik-i mesai etmiştir. Bu şekilde Risale-i Nur hizmetlerine başlamıştır. Özellikle Ağabeyler olarak bilinen Üstadın talebelerinden Mehmet Kayalar, Hulusi Yahyagil, Mehmet Feyzi, Hüsrev, Mustafa Acet, Ahmet Feyzi ve Refet ile tanışması hayatının seyrini değiştirmiştir. Risale-i Nur Said Nursi ve eserleri ile tanışmasını ve ona yüklediği anlamı şu cümlelerle anlatmıştır
[1]:
Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri hayatta iken 1958'de Risale-i Nur'la tanışmak nasip oldu. Birgün Dedeliğim Hacı Said (Rahmetullahi Aleyh), “Gel Sıddıkım, bu akşam bir yere gideceğiz. Bediüzzaman Said Nursi adında bir zat çıkmış. İşte o beklenen Mehdidir. Elimden tutarak beni götürdü.
50 yıllık hayatımın tamamını Nur hizmetine vakıf etmiş ve bunu söylemek tahdis-i nimet olarak izhar etmek bir şükür vesilesidir. Bütün hayatım boyunca nur mirasına sahip çıkmak ve onu Bediüzzaman hazretlerinin bıraktığı gibi gelecek nesillere taşımak en büyük gayem olduğunu beni yakinen tanıyanlar bilirler. Hiçbir vakit Risale-i Nurlar'ı sufli emellere maddi manevi hiçbir şeye alet etmenin caiz olmadığını bahusus bu nur hizmetine gönül verenler bilirler.
Hacı Sıddık Ağabey olarak da bilinen Sıddık Şeyhanzade, Risale-i Nur ile tanışması memleketi olan Bingöl’de olmuştur. Onun gençliğinde Bingöl’de Mehmet Kutlular’ın görevli olarak bulunduğu dönemden oluşan bir cemaat bulunmaktadır. Başını Mehmet Gandar’ın çektiği bu cemaat, amansız bir rejim karşıtı tavır sergilemekte ve bu nedenle de sürekli 5. Şuayı okumaktadır. Doğal olarak da zaman zaman gözaltına alınmaktadırlar
[2]. Bingöl’ün Risale-i Nur ile tanışması bu bakımdan biraz gerilimlidir. Aslında 1925’ten sonra çok acı çeken Bingöl halkı devlete çok kızgındır ve Risale-i Nur özellikle de 5. Şua onlar için bir derman olmuştur. Bu dönemde evlerde, bahçelerde ve zaman zaman camilerde yapılan dersler yapılmaktadır.
Sıddık Şeyhanzade bu dönemde sözkonusu cemaatin açtığı medreseye gidip geldiği bilinmektedir. Bu onun Risale-i Nur ile kurumsal olarak tanıştığı ilk deneyimdir. Ondan önce de elbette Risale-i Nur ve Üstadı bilmektedir, ağabeyi Hacı Ali de sohbetlere katılmaktadır. Hatta babası Hacı Abdullah’ın da içinde bulunduğu bir grup Üstad’ın vefatında Urfa’ya gitmişlerdir. Bu nedenle camia ile ilgili ön bilgisi vardır. Fakat Risale-i Nur ile kurumsal tanışması Bingöl’de açılan medrese ile olmuştur. Bundan sonra derslere devam etmiş ve Risale-i Nur okumaya başlamıştır.
[3] Babasının ticaret ile meşguliyeti dolayısıyla il dışına sıkça gitmesi ve diğer Nur talebeleri ile de tanışması, onun Risale-i Nur ile bağlarını kuvvetlendirmiştir.
Şeyhanzade Risale-i Nur hareketinin önemli aktörlerinden biridir. Onun bir aktör olarak ortaya çıkması Risale-i Nur’un Üstad Bediüzzaman sonrası geçirdiği sancılı serencam ile yakından ilişkilidir. Aslında camianın Üstadın hayatında da devlet sıkı bir nezaret ve tarassut altında tuttuğu herkesin malumudur. Nitekim Üstadın sürgün, hapis ve kontrol ile dolu hayatı buna şahittir. Üstad bu süreçte irade ve feraseti ile bunların üstesinden gelmişti. Ne yazık ki O’ndan sonra aynı şekilde devam eden baskılara karşı zayıflıklar ortaya çıktı ve Risale-i Nur hareketini seyrini asli rayından çıktı. Bu da birçok kişiyi endişelendirdi. 1970lerin başından itibaren buna ilişkin çabaların ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Sıddık Şeyhanzade’nin de ortaya çıkması bu dönemlere denk etmektedir.
Bu gerekçeleri kendi ifadelerinde de açıkça görülmektedir. Şeyhanzade kendi kitabı olan “Nurculuğun Tarihçesi Medeniyeti İslamiyye”de “Nurculuğun gerçek çerçevesini görecek, bütün boyutlarıyla, çarpıtılan yozlaştırılan, gerçek kimliğinden soyutlandırılan, vahye dayalı bütün beşerî anlayışlardan uzak, Kur’ani bir hareketin üzerine düşen lekeleri ve engelleri kaldırarak, Kur’ani bir model ve ideal toplum anatomisini göreceksiniz” demektedir. Aslında kitapta anlattıkları onun Nurculuk deneyimidir. Çünkü ona göre Risale-i Nur çarpıtılmış, yozlaştırılmış, beşerî anlayışlar bulaştırılmıştır. Bu nedenle O, sözü edilen engelleri ortadan kaldırmak ve Kur’ani bir model ve ideal bir toplum inşa etme sorumluluğunun altına girmiştir.
Nurculuğa müdahale edildiğini kitabında açık bir şekilde ifade etmektedir. Sözgelimi Cemal Kutay’dan aktardığı aşağıdaki cümleleri ve şahit olduklarını müdahale örnekleri olarak aktarmaktadır: “Efendim nurculuğu beğenmeyebilirsin, davanın tenkit edebilirsin, kabul etmediğiniz noktalar olabilir. O halde içlerine girin, meseleler üzerine eğilim o zaman sizde arzu ettiğiniz şekilde getirin. Çünkü bu büyük bir realitedir. Ve büyük bir potansiyeldir. Bunun karşısında olmak bir faide getirmez.” Şeyhanzade’ye göre Cemal Kutay “Ve maalesef çok şayan-ı dikkattir ki aynı şeyi kendisi yapmıştır. Onun Isparta’da taksi içerisinde elini camdan çıkararak yüzlerce nur talebesi sıraya dizilerek ellerini öptüklerini teessüfle ve üzüntüyle seyrettim.” Bu manzaraya şahit olan Şeyhanzade Kutay’ın arabasını takibe alarak Bala’da
Z.D dediği kişinin villasında Cemal Kutay’ı yakaladığını ifade etmektedir
[4]. Ve buna benzer birçok olaya şahit olduğunu da eklemektedir. Onun Risale-i Nur çalışmalarını şekillendiren en önemli faktörlerden biri budur. Bu konudaki duyarlılığı zaman içinde artmış ve bu konuda son derece katı ve tavizsiz bir tutum sergilemiştir. Hatta bu konuda yeterince titiz davranmayan bazı dava arkadaşları ile yollarını bile ayırmaktan çekinmemiştir.
Şeyhanzadeyi bir aktör olarak ortaya çıkmasına neden olan faktörlerden biri de kendi milleti idi. Bunu “
Kendi kavminin zulmetten nura çıkar. Ve onları elim günlerini hatırlat.” ayeti ve Risale-i Nur’un aşağıda geçen ifadeleri ile temellendirmiştir:
اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ
اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üç yüz elli bir ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evamir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı maneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebat-ı mefhumiye remzî ile Risale-i Nur’a imaen bakar. Daha yazılacak çok gaybî işaretler var; fakat izin verilmedi, şimdilik kaldı
[5].
Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşidleri ve âlimleri perişan olan vilâyat-ı şarkiyede Risale-i Nur imdatlarına ve her taifeden ziyade başlarına gelen hadiseler ve ayette بِاَيَّامِ اللّٰهِ tabir edilen elîm vakıaları hatırlarına getirmekle ikaz ve irşad etmelerine bir mana-yı işarî ve remzî ile emrediyor
[6].
Eğer davam hemşehrilerime intikal ederse, dava tahakkuk edecektir. Eğer Kürtler Kur’anla uyanırlarsa Rusya’yı istila edebilir ve alemi İslam’ın İttihadına noktayı istinadı olabilir
[7].
Onun Risale-i Nur hareketi içinde öne çıkmasında Risale-i Nur’un tahrifi karşısında gösterdiği çabadır. Bir kitabın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri tahrifattır. Bazı Nurcular’ın bazı karanlık ellerin Nurculuk içinde ürettiği korku ve tedirginlik zaten naif ve kırılgan bir kitle olan Nur camiasında böyle bir felaketin oluşmasına neden olmuştur. Çoğunlukla ihtiyat gerekçe öne sürülerek yapılan ve aynı gerekçe ile savunulan tahrifat, Risale-i Nur hareketinin uzun süre bununla boğuşmasına ve enerjisini bu mecrada harcamasına neden olmuştur. Şeyhanzade bu tahrifat karşısında büyük bir mücadele başlatmış ve başta ifade edildiği gibi Tenvir Neşriyatı kurarak kitapları aslına uygun bir şekilde basılmasını sağlamıştır. Bu konuda Üstad’ın özellikle Mustafa Acet gibi talebelerinin büyük desteklerine mazhar olmuştur.
Diğer Nurcularla yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı uyum içinde çalışamaması gördükten sonra bağımsız bir şekilde çalışmaya başlamıştır. Cemaatin oluşması ve şekillenmesinde öncülük rolü oynamıştır. 1970lerden itibaren Bingöl merkez olmak üzere birçok yerde nur medreseleri açarak hizmetlerin yapılmasında büyük emeği geçmişti. Hayatı bu yönde koşuşturmalarda geçti. Sağlığı elverdiği sürece Türkiye’yi gezdi. Binlerce öğrencinin eğitim sürecine destekte bulundu. Yurt dışında da hizmetlerin yapılması için gayret etti. Risale-i Nur’un tam ve eksiksiz bir şekilde basımı için çok mücadele etti. Tenvir Neşriyatı kurarak titiz çalışmalar ile Risale-i Nur’un basım ve dağıtım işlerini yaptı. Risale-i Nur Külliyatının diğer camiaların okumasını sağlama açısından önemli çalışmalar yaptı. Özellikle başta Bingöl olmak üzere birçok şehirde medrese molalarının Risale-i Nur ile tanışmaları ve sahiplenilmesi konusunda desteklerini sağladı. Bir süre Dava Dergisi’ni çıkardı. Risale-i Nur hizmetlerinin bağımsızlığı konusunda çok hassas idi ve bunun için çok gayret sarf etti. Çünkü Üstat’tan sonra Risale-i Nur hizmetlerinin kontrol altına alındığı konusunda güçlü şüpheleri vardı.
Şeyhanzade’nin konuşmalarına yansıyan üç temel kavram olan iman, şeriat ve hayat aaynı zamanda onun asıl gayesi idi. Bilindiği üzere bu üç kavram Risale-i Nur’un da birçok yerde geçmektedir. Aslında bu üç kavram ahir zamanda gelecek olan Zat’ın vazifeleridir. Nitekim Sikke-i Tasdik-i Ğaybi kitabında Üstad bu üç kavramı aşağıdaki gibi ifade etmektedir
[8]:
Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak.
O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde; bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır; fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.
Uzun süren hizmet faaliyetinde kendine çok fazla zaman ayıramadı ve koşuşturmalar sağlığını olumsuz yönde etkiledi. Buna karşın hastalıkları ile de çok fazla ilgilenmedi. Özellikle son yıllarında başat akciğer ve böbrek olmak üzere birçok sağlık sorunu ile karşılaştı. 2017 yılının yazında akciğerinde enfeksiyon bulunan, böbrekleri vazifesini yapamadığı için diyalize giren Muhammed Sıddık Şeyhanzade İstanbul'daki bir hastanenin yoğun bakımında tedavi görmeye başladı. 5 Temmuz 2017 günü, saat 17.45'te vefat etti. Cenazesi 6 Temmuz 2017 günü Üsküdar Karacaahmet Şakirin Camiinde öğle namazı ardından, Bingöl'e gönderildi. Yakınları, M. S. Sıddık Şeyhanzade'nin, 7 Temmuz 2017 Cuma günü Cuma namazı ardından Bingöl Asri Mezarlığında defnedildi.
Doç. Dr. Nurettin BELTEKİN
[1] Muhammed Sıddık Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, Medeniyet-i İslamiyye. 1. Baskı, Tenvir Neşriyat, İstanbul, 2003
[2] Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, 2003
[3] Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, 2003
[4] Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, 2003
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, https://zehra.com.tr/kitapoku.php?id=17&sayfa=111
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, https://zehra.com.tr/kitapoku.php?id=7&sayfa=735
[7] Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, 2003
[8]Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî,
https://zehra.com.tr/search.php?q=umumun+ve+avam%C4%B1n+nazar%C4%B1nda+daha+ehemmiyetli+g%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCyorlar.&id=17
Yorum Yap