Bediüzzaman Penceresinden Derin Yapılar

🕒 11.09.2024 22:18 👁️ 97 görüntülenme ❤️ 0 beğeni

Bediüzzaman Penceresinden Derin Yapılar
Bediüzzaman Penceresinden Derin Yapılar

Aziz, sıddık kardeşim ve bu fani dünyada hamiyetli ve ciddi bir arkadaşım! Mesleğime ve Risale-i Nur'dan aldığım dersime bütün bütün muhalif olarak ve on seneden beri fani dünyanın geçici, ehemmiyetsiz hadiselerine bakmamak olan bir düstur-u hayatıma da münafi olarak, sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait bir kaç maddeyi beyan edeceğim:
Birincisi: Otuz sene evvel Dârü'l-Hikmet (1918’li yıllar) azası iken, bir gün, arkadaşımızdan ve Dârü'l-Hikmet azasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki: "Kat'i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız, diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et." Ben de تَوَكَّلْتُ عَلٰى اللّٰهِ  ecel birdir, tagayyür etmez dedim. İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri (1950’li yıllar. Şimdi 2008) hem tevessü etti, hem benimle mücadelede her bir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu). En son dehşetli planları, sabık dahiliye vekilini ve Afyon'un sabık valisini, Emirdağı'nın sabık kaymakam vekilini aleyhime sevketmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zaif, ihtiyar, merdümgiriz, fakir, garib, hizmete çok muhtaç bir biçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak, o dereceye gelmiş ki; bir memur bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde; inayet ve hıfz-ı ilâhî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi.
İkincisi: Belki tahattur edersin, Ankara'da, divan-ı riyasetinde Mustafa Kemal'le münakaşa zamanında ona karşı dedim: "Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur." Yüzüne şiddetli mukabele ettiğim halde; bana karşı ihanet ve hakarete cesaret edemediği halde; burada küçük bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti yaptılar. Maksadları, beni hiddete getirip bir mesele çıkarmak olmasından, hıfz ve inayet-i ilâhiye bana sabır ve tahammül verdi.
Üçüncüsü: İki sene, iki mahkeme, ellerinde tedkik edilen bütün Risale-i Nur eczalarında kanunca bir vesile bulamayıp… Bizi ve Risale-i Nur'u beraet ettirdikten sonra; zındıka komitesi, münafık bazı memurları vesile ederek, merkez-i hükûmette resmî bir plan çevirip beni bütün bütün hilâf-ı kanun olarak bütün dostlarımdan ve talebelerimden tecrid ve sıhhat ve hayatım noktasında en fena bir yerde, beni nefyetmek namı altında, haps-i münferid ve tecrid-i mutlak manasında beni Emirdağı'na gönderdiler… (Emirdağ Lahikası-1 sh.143)
Aziz, sıddık kardeşlerim! Geçen kışta bana karşı sû-i kasdların, inayet-i ilâhiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akim kalan planı pek geniş tarzda olduğuna delil ise; bu yakında Reis-i cumhur, Afyon’da demiş: “Bu vilâyette dinî cihette bir karışıklık çıkacağını zannederek...” Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hadise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahalesi hesabına ve müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazipleri, onlara dünyada tam zarar ve ahirette, Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevab ve zafer; ve ahirette inşaallah Cennet ve âb-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli planı, heyet-i vekile ve reis hissetmiştiler ki; buralarda umum memurlar, hatta vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını zerre kadar aklı bulunanlar anladılar. Gariptir ki, en ziyade lehime çalışması lâzım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi.
Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü, manevî fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer; tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin. Hem Salâhaddin’in, Asâ-yı Musa’yı Amerikalı’ya vermesi münasebetiyle deriz: “Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”(Tarihçe-i Hayat sh. 490.)
Aziz, sıddık kardeşlerim! Ehemmiyetli bir taraftan ehemmiyetli ve manidar bir sual edilmiş. Bana sordular ki: “Sizin cemiyet olmadığınıza, üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle ve yirmi seneden beri tarassut ve nezaret eden altı vilâyetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle harika bir alâka var ki, hiçbir cemiyette, hiçbir komitede yoktur. Bu müşkili halletmeni isteriz?” dediler. Ben de cevaben dedim ki: “Evet, Nurcular cemiyet-memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar. Fakat bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarını da irsiyet almışlar ki, bu harika alâkayı gösterip Denizli mahkemesinde bu âciz, biçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler: “Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun!”  diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurcularda hakiki, halis, sırf rıza-yı ilâhî için ve müsbet ve uhrevî fedailer var ki mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve imanın fedailerini çoğaltmağa sebebiyet verecekler. (Şualar sh.498)
Savcı ve sorgu hâkimi yüz altmış üçüncü maddeye dayanıp Said Nursî’yi dini siyasete âlet ve asayişe zararlı propaganda diye itham ediyorlar. Bu noktanın hakikatini yirmi dokuz senedir beş-altı mahkeme ve beş-altı vilâyetin zabıtaları ve yüz otuz üç parça kitablarımı ve binlerce umum mektublarımı elde ettikleri halde ve dinsiz komitelerin tahriki ile ve safdil bazı memurları aldatmalarıyla kat’iyen iki meseleden başka medar-ı mesuliyet bulmadıklarına delil: İki sene bütün mektublarım ve kitablarım bulunan Denizli Ağır Ceza Mahkemesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve mahkeme-i temyizde müttefikan, hem benim beraetime, hem bütün kitabların iadesine karar vermeleri ve beş-altı vilâyette yalnız tesettüre dair bir ayetin tefsiri bahanesiyle bir tek mahkeme hafifçe ceza vermek istedi. Kat’i ve kuvvetli cevabıma karşı mecburiyetle meseleyi kanaat-ı vicdaniyeye çevirdiler. Demek onlar da medar-ı mesuliyet bulamadılar. (Müdafaalar sh. 542)
Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşîrelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. "Eyvah!" dedim. "İnsanın, hususan Müslümanın tahassüngâh ve bir nev'i cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?" dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hisettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. (Lem’alar sh. 243)

KOMİTENİN DIŞ KÖKENLERİ

Demokratlara Büyük Bir Hakikatı İhtar!
Şimdi Kur'an, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:
Birincisi: Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan, yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.
İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların, Türklerle alâkalarını kesmek için Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için; ifsad komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.
Üçüncüsü: Garplılaşmak ve Hristiyanlara benzemek ve bir nev'i prutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler heyetidir. Bu cereyan yüzde, belki binde birisini, Kur'an ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.
Biz Kur'an hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur'an hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamağa mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmağa lüzum oldu. Gördük ki: Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar. Yalnız dinde hissesi az olan bir kısım garplılaşmak ve garplılara tam benzemek mesleğini takib edenler ise, üçüncü cereyana bir yardım ediyorlar. Madem o cereyanın yüzde ancak birisini, belki binden birisini Prutlar ve Hıristiyan gibi yapmağa çevirebilirler. Çünkü İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm etttiği iki yüz milyon İslâm'dan iki yüz adamı Prutluğa çevirememiş ve çeviremez. Hem hiçbir tarihte bir İslâm, Hıristiyan olduğunu ve kanaatle başka bir dini İslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunan az bir kısım, dinin zararına siyaset namıyla üçüncü cereyana yardım etse de; madem o Demokrat Partisi, meslek itibariyle öteki iki cereyan-ı azimenin durmasında ve def'etmesinde mecburi vazifeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyete büyük bir faidesi dokunabilir. Bu cihetten, biz Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur'an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil; belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz'î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde lâubali kısmını dahi cidden ikaz edip "Aman çabuk hakikat-ı İslâmiyeye yapışınız" ihtar ediyoruz ki, vatan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, hakaik-ı Kur'aniyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile dört yüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddi çalışan muazzam bir devleti kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslâmiyetle olabilir. Biz bütün Nurcular ve Kur'an hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyet'e hizmette muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Hem de rica ediyoruz ki, bu memleketin bir ehemmiyetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâm'da pek büyük faidesi ve hizmeti bulunan Risale-i Nur'u, müsaderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraftar etsinler ve selâmeti bulsunlar. (Emirdağ Lahikası–2 sh.440)
 
 
Selami YÜKSEL

 
Paylaş:

Yorum Yap

💬 Yorumlar
Henüz hiç yorum eklenmedi. İlk yorumu siz yapın!

Bu içerik faydalı oldu mu?