Risale-i Nur’da Nazar Kavramının Kökenleri Üzerine Bir Analiz

🕒 04.10.2024 10:37 👁️ 329 görüntülenme ❤️ 0 beğeni

Risale-i Nur’da Nazar Kavramının Kökenleri Üzerine Bir Analiz
Risale-i Nur’da Nazar Kavramının Kökenleri Üzerine Bir Analiz

Risale-i Nur’da Nazar Kavramının Kökenleri Üzerine Bir Analiz
 
Dr. Zafer GÜRBÜZ
 
Giriş
 
Nazar kavramı Risale-i Nur’da üzerinde durulan anahtar sözcükler arasında yer almaktadır. Risale-i Nur’un müellifi Said Nursi 40’lı yaşlarının başlarında Katre Risalesinde, “nazar” sözcüğünün kendi öğrenim hayatının en kıymettar dört kelimesinden birisi olduğunu söylemektedir: “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim… Kelimelerden maksat: Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır.”[1] ifadelerini kullanmıştır. Nursi’nin 40 yıllık yaşamını ve 30 yıllık tahsil hayatını dört kelime ve dört kelam ile tanımlaması dikkat çekicidir. Zira dönemin eğitim merkezleri olan medreselerde erken yaşlarda pek çok kitabı ezberleyip zihninde tekrar eden Nursi’nin bu sözlerinin mecazi bir anlamı vardı. Nursi, bir bakıma kendi ilminin hülasasının bu kelimelere dayandığını kast etmektedir.
Nursi aynı bölümde söz konusu kavramın dönüştürücü rolüne işaret ederek “nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.” ifadelerini kullanır. Bu bağlamda, Nursi’nin kavramsallaştırmasında nazar, varlığın (eşyanın) anlamını (mahiyetini) değiştirecek öneme haizdir. Söz konusu kavram, iyilik ve kötülük arasındaki diyalektik ilişkide meselenin yönünü her iki tarafa da kaydırma potansiyeline sahiptir.
Bu bağlamda, çalışmada nazar kavramının sözlük anlamı, etimolojik kökeni ele alınıp ilişkili olduğu kavramlara değinildikten sonra Risale-i Nur’da bu kavramın geçtiği yerler analiz edilip kavramın kullanıldığı bağlamdan hareketle çıkarımlar yapılmaya çalışılacaktır.
 
Kavramsal Köken ve Düşünürlerin Yaklaşımları
 
Nazar, lügatte “gözle bakmak” anlamına gelir. Terim olarak ise, bakmakla birlikte görmeyi, bakış açısını (perspektif) ve bakılan şeyi anlamayı ifade eder. “Kalp gözüyle bakmak ve düşünmek” manasında kullanıldığı gibi “bir şey hakkında tefekküre dalmak, teorik araştırmalarda bulunmak” anlamına da gelmektedir. Ayrıca, Arapça’da düşünmeyi ifade eden kavramların başında nazar, tefekkür, tedebbür ve taakkul gibi kelimeler yer almaktadır.
Bu bağlamda, nazar yalnız gözle bakmak değildir, belki akıl ve kalp gözüyle meseleyi tefekkür ve tahlil etmektir. Bu açıdan kavramın “düşünme” ve “idrak etme” eylemleri ile ilintili olduğu görülür. Ya da mana-ı muhalifiyle söylenecek olursa anlamak ve idrak etmek sadece bir algılama eylemi değildir; aynı zamanda bir nazar ve bakış açısı meselesidir. Bu yaklaşımın en dikkat çekici örneği Rum suresinin 50. ayet-i kerimesinde karşımıza çıkmaktadır. “Allah'ın rahmet eserlerine nazar et! Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor! Ölüleri de kesinlikle diriltecek O'dur. O, her şeye güç yetirendir.” Bu ayet-i kerimede geçen “fenzur” ifadesi “nazar et”! anlamında kullanılmıştır. Ancak dikkatle bakıldığında “fenzur” emrinin ahirete ve haşre tefekkür ile bakmaya davet niteliğinde olduğu görülür.
Nazar (perspektif, bakış açısı) kavramı, sosyal bilimler literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Modern siyaset kuramcılarından Slavoj Žižek’in ifadesiyle paralaks (nazar) manzara-i umumiyeyi değiştirir ve hadisenin mahiyetini dönüştürecek kadar merkezi bir ehemmiyete haizdir. Manzara, ona nereden baktığımıza göre bizlere farklı görüntüler sunar. Žižek, “gerçek, onu gözlemleyen gözlemcinin perspektifine göre görünümlerinin çokluğu için geçerli olan şeydir”, “olayı değiştiremezsin, bakış açını değiştir” der. Marcel Proust bakma eyleminin ehemmiyetini şu veciz ifadelerle ön plana çıkarır: “Gerçek keşif yeni diyarlar bulmak değil, yeni gözlerle bakmaktır.” II. Dünya Savaşı’nın ölüm kamplarından biri olan Auschwithz’den sağ kurtulan Victor Frankl ise, nazar eyleminin özgürleştirici rolüne temas eder: “Meselelere ve hayata bakış açımız, nihai ve en büyük özgürlüğümüzdür. Bakış açımızın bizi hayatta tutma ya da ölümümüze sebep olma gücü vardır.”
Perspektif insan türünün sahip olduğu çok kapsamlı ve geniş bir kabiliyettir. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere insan, bakış açısını birbirinin karşıtı olan taraflara kolaylıkla çevirebilme hasiyetine de sahiptir. Budizm’in ruhani lideri Dalia Lama sağlıklı bir bakış açısını şöyle açıklamaktadır: “Perspektif dünyayı görme şeklimizdir, dünyayı tecrübe etme şeklimizdir. Bir anlamda zihnimizle kendi dünyamızı oluşturma biçimidir. Hayattaki her olay için birçok farklı açı vardır. Aynı olaya daha geniş bir bakış açısıyla baktığınızda endişe ve kaygı hissiniz azalır.” Dolayısıyla bakış açısı, nazar, paralaks veya perspektif, insanı eşya üzerinde sadece algılayıcı ve pasif bir konumda olmaktan çıkarıp bizzat varlıkları anlamlandıran aktif bir konuma geçirmektedir. Burada söz konusu olan eşyanın anlamının nazarla ortaya çıkmasıdır.
 
Kavramın Risale-i Nurda Ele Alınışı
 
Said-i Nursi, “İşarat’ül-İ’caz” adlı tefsirinde Bakara Suresinin 13. ayetini tefsir ederken “hakkı bâtıldan, iman mesleğini nifak mesleğinden temyiz etmek ancak ilim ve nazar ile olur”[2] tespitini yapmıştır. Bu bağlamda, hak ve batıl arasındaki farkındalık ve beraberinde getirdiği mücahedede sadece ilim yeterli olamamaktadır. İlimle birlikte sağlıklı bir bakış açısı bu gayret ve çabanın diğer boyutunu kapsamaktadır.
  “Nazar” kavramı Risale-i Nur Külliyatında muhtelif bağlamlarda kullanılmıştır. Bunların başlıca olanları; “nokta-i nazar”, “küllî nazar”, “cüzî nazar”, “sathî nazar” ve “tebeî nazar” dır. Bu kullanımların dışında risalelerde “tevhid nazarı”, “hakikat nazarı” ve “hikmet nazarı” gibi çeşitli kavramlara da sıkça yer verildiği görülmektedir.
Nokta-i nazar, bir meseleyi veya olguyu anlayıp analiz ederken veya onun hususiyetlerinin tespit etme yolculuğunda yapılan tefekkür veya taharride istinad edilen hareket noktasıdır. Tabir-i diğerle konumlanan noktayı anlatır ve koordinatları belirtir. Eşyaya hangi nokta-i nazarla bakıldığı onun mahiyetini değiştirir. Burada karşımıza çıkan ilk yaklaşım biçimi eşyaya eşya namına bakmaktır ki Mesnevi Nuriye’de yer alan Katre risalesinde bu tutum “mana-yı ismî” olarak tarif edilmektedir. Bu kavram, bir şeyin kendi şahsına ve zatına bakan cihetini ön plana çıkarmaktadır. Risale-i Nur’da kullanılan bağlamı ise mahlukat ve kâinata kendi namına bakıp, sanatkâr ile olan ilişkisini koparmak anlamındadır. Diğer bir yaklaşım ise “mana-yı harfî”dir ki eşyanın ya da sanatın tek başına bir şey ifade etmediği anlamında kullanılmaktadır. Risale-i Nur’daki bağlamı ise mahlukata ve bütün kâinata Allah hesabına, Allah’ın sanatı ve eseri nazarı ile bakmaktır. Şayet esbâb hesabıyla ve materyalist bir perspektifle bakılırsa sanat ve Sani arasındaki nispeti yok edip marifetin görünmez kılınması bağlamında cehalete kapı açmaktadır.
Nursi, yaratılış ağacının en kıymettar meyvesi olarak tasvir ettiği insanın çok geniş, küllî ve ihatalı bir nazara sahip olduğunu mütemadiyen ifade etmektedir. İnsanın sahip olduğu cihaz ve duygular bakımından masnuatın en camii olduğunu sık sık hatırlatır: “Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür, şuuru da küllî olduğundan, Sâni’in makasıdını bilir. Öyleyse, insan Sâni’in muhatab-ı hâssıdır” der.[3] Bu ifadelerden yola çıkarak insanın kabiliyetlerinin inkişaf etmesi durumunda külli nazara sahip olabileceği çıkarımında bulunulabilir. İnsan kendisine verilen tüm hissiyatıyla idrak eder ve bu sayede her şeyin manasına nüfuz edebilir, künhünü keşfedebilir, mahiyetini anlayabilir. Ancak, “yaratılış ağacını tamamı ile görmek” sadece gözle görmek demek değildir, akıl ve tefekkür ile görmek mânasındadır. Zira insan, gözün göremediği nice hakikatleri basiret gözü ile görme istidadına sahiptir. Basiret kavramı ise bir anlamda kalp gözü olarak tanımlanabilir ki göz nasıl görmek için ışığa muhtaç ise, kalp de ancak iman nuruyla nurlandığı takdirde basiret sahibi olur.  Bu yaklaşımı Nursi şöyle ifade eder: “İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Basar masnuatı görüp de basîret Sâni’i görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü o hâlde Sâni’in manen, kalben görünmemesi, ya basîretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan mes’eleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan’dır. Ve illâ Sâni’in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.”[4]
Nursi’nin “niyet gibi, tarz-ı nazar dahi âdeti ibadete çevirir” ifadesi bu perspektif ve idrakle ele alınıp örneklendirilebilir. Mesela bir kelebeğe nazar etmeyi düşünelim: Eğer kişi bu kelebeğe tefekkür niyetiyle bakar ve onda tecelli eden esmâ-i İlahiyeyi mütalaa ederse, bu bakışı bir ibadet olur. Yok, eğer kelebeğe mana-yı ismî ile bakarsa, bu bakışı âdi bir hareket olur. Küllî nazarın verdiği bakış açısı terk edilip cüzî nazarla bakıldığında eşya ifade ettiği anlamdan uzaklaşır. “Manasız isim ve resimden ibaret” bir konuma düşer. “Ne kadar güzel yaratılmış!” yerine “ne kadar güzel!” şeklinde nazar etmek, eşyanın bu nazar sahibindeki tecellisini söndürür, anlamsız ve abes hale indirger. Halbuki marifet-i ilahiye nazarıyla sanatkârını tanımak amacıyla bakılırsa arkasındaki yed-i kudreti (gizli el), Hayy olanı, Mu’cid’i, Müzeyyin’i, Rezzak’ı ve Mün’im’i bulup anlama çabasına girecektir. Yine, maddeci bir bakışla hastalıklara bir elem ve keder sebebi olarak nazar edilebileceği gibi, uhrevi bir bakışla, günahları eriten, insanın dünya sevgisini azaltan, kalbini ahirete teveccüh ettiren, acz ve fakrını kemaliyle hissettirip insanın kulluk şuurunu pekiştiren ilahi bir nimet olarak da nazar edilebilir.
Nokta-i nazarın vahiy ve tevhid merkezli olmasının önündeki en büyük engel ise meselelere bakıştaki “sathi nazar”dır. Sathi nazar, bir şeyi derinlemesine incelemeden, üstünkörü ve yüzeysel bir biçimde incelemek demektir. Nursi, bu yüzeyselliği hakikati karartma ve hakkını teslim etmeme anlamında zulümat olarak görmektedir.[5] Zira, ayrıntıları ve incelikleri görme konusunda duyguları uyku durumundadır. Mizan ve muvazene yeteneği zayıflamıştır. “Elfazın arkasındaki manayı bulma”[6] gayreti azalmıştır. Nursi bu nedenle muhataplarını ikaz etmektedir: “Aldanmayın. Muhakeme edin. Nazar-ı sathîyle iktifa etmeyin!”[7]
Sathi nazarın asli sebeplerinden biri ise yine Risale-i Nur’da üzerinde durulan kavramlardan biri olan “ülfet”tir. Muhakemat’ta “cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalâğacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir, me'lûf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder.”[8] ifadeleri yer alır. Ülfet cehaletin doğurgan kardeşi ve aynı zamanda bahsini ettiğimiz sathi nazarın annesidir. Sathi nazarı ortaya çıkaran esas unsur bu kavrayışta “ülfet” olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülfet, lügat manası olarak alışkanlık, alışma manalarına gelmektedir. Ancak bu alışma hali süreç içinde meselenin anlaşılmasının önüne geçen bir bariyer işlevi görür. Nursi, “insanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri; ülfeti ilim telâkki etmeleridir.”[9] demektedir. Ülfet edilen şey zamanla ma'lûm sanılmaktadır. Zira ülfet duygusu bakarken görememeyi veya her şeyi görürken aslında hiçbir şeyi idrak edememeyi bağrında taşımaktadır. Bu duygu, zamanla eşyanın hakikatini örten, mananın üzerini kapatan kalın bir örtü ve kesif bir perde haline gelmektedir. Ülfet, Kâinat sarayında sergilenen ve her biri bir kudret mucizesi olan eserleri üstünkörü bir tavırla geçiştirme, onları bildiğini zannetme ve derinlemesine düşünmekten hassasiyetle kaçınma hastalığıdır.
Meselenin iç yüzünü ve mahiyetini idrak edememenin arkasında yatan temel neden tüm olguların daha basit olgularla açıklanabileceğini savunan teori ve felsefi akım olarak indirgemeciliktir. Başlangıçta bazı karmaşık meseleleri parçalarına ayırarak daha suhuletle idrak etme amacıyla kullanılan bu yöntem modern zamanların seriüsseyr (hızlı, aceleci) olan insanını bütün meselelere bu yöntemle bakmaya alıştırmıştır. Bu nazarla indirgemecilik çağın bir hasiyeti haline gelmiştir. Zira, modernizmin çocukları zor, karmaşık ve analize dayalı hadiseleri üstünkörü ve yüzeysel bir tutumla çözmeye çalışmaktadır. Bu yöntemin arkasındaki saik ise pozitivizmdir ki (olguculuk) gerçekliğin, duyu alanının sınırlı kapsamına indirgenmesidir.  Bu bakış açısı, insanın varlığı bir bütün olarak kavrama yetilerini sadece aklına ya da görme duyusuna indirgeyip hem insanın hem de varlığın bütünlüğünü parçalayarak resmin bütününü görmeyi engellemektedir.
Bu noktada Nursi, “her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür”[10] derken pozitivizme açık bir eleştiri yapmaktadır. Zîrâ bahsi geçen ideolojik perspektifte her daim maddeyle “tevaggul edildiği için, bu yaklaşıma sahip kişi başka hususlarda gabîleşir.”[11] Materyalist felsefe, beş zahiri duyu ile görülmeyen ve hissedilmeyen her şeyi inkâr etmektedir. “Maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir.”[12]
 Zahiri duyularla görülen ve hissedilen şeyler dışında kalan diğer varlıkları irrasyonel olarak gören ve metafiziği inkâr eden bu söylem, insanı sadece görünen dünyaya, yaşadığı ana ve kendi cesedine hapsetmektedir. Halbuki insanın beş duyusu eşyanın tamamını görme ve idrak etme hususunda çok sınırlıdır. İnsan bedenine maddi cihazların yanında kalp, akıl, hayal, hafıza, sevgi, korku, endişe, merak, merhamet gibi sayısız hisler ve duygular yerleştirilmiştir. Ancak her şeyin gözlem ve deneyle ortaya çıkarılabileceğini, gözle görülmeyen hiçbir şeyin varlığının da kabul edilemeyeceğini savunan tutum, insanın fıtratına derc edilmiş, hissiyatı idrak edemez.  Şayet bu duyguları derk edip “kendisine yabancılaşma” durumunu terk ettiğinde eşyanın arkasındaki asıl kudreti sorgulamaya başlayacaktır ki bu da onun hakikat yolculuğuna başlamasına neden olacaktır. “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz; sahipsiz olamaz. Bir harf katipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket Hâkimsiz olsun?”[13] sorusuna cevap arayıp tevhid nazarını yakalamaya çalışacaktır.
 
Sonuç
 
Nazar kavramı bu çalışmada bilhassa iman ve tevhidle ilintili olarak ele alınsa da siyasal ve toplumsal meseleler, gündelik hayat veya düşünce dünyası bu kavram etrafında şekillenmiştir. Söylem (discouse) niyetle birlikte bu kavram üzerine inşa edilmiştir. Ancak çalışmanın sınırlarını aşacağından kavramın bu yönlerine temas edilmemiştir.
Nursi, bahsi geçen külli (bütünsel) nazarla ailesinden, akrabalarından ve memleketinden sürgün edilmesini bir drama çevirmeden bakış açısını davasını tebliğ edeceği yeni insanlar tanıma, kâinatı temaşa edeceği yeni yerler keşfetme ve hayatının semeresi hükmünde olan Risale-i Nurlar’ı kaleme alma imkânı olarak görür. Evet, nazar öyle bir tılsımdır ki, eşyanın mahiyetini dönüştürecek bir tesire sahiptir. Öyle ki varlıklara maddeci bir nazarla bakıldığında cehaleti, iman nazarıyla bakıldığında ise marifeti netice vermektedir. Franz Kafka diyor ki: “Kirli bir camdan bakıp herkesi ve her şeyi kirli sanıyorsunuz.” Nursi ise “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” demektedir.[14]
 
[1] Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 57

[2] Said Nursî, İşarat’ül İ’caz, (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 113

[3] Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 36

[4] Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 230

[5] Said Nursî, Muhakemat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 44

[6] Said Nursî, Muhakemat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 76

[7] Said Nursî, Muhakemat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 31

[8] Said Nursî, Muhakemat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 44

[9] Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 213

[10] Said Nursî, Mektubat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 636

[11] Said Nursî, Muhakemat (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 18

[12] Said Nursî, Muhakemat, (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 19

[13] Said Nursî, Sözler, (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 63

[14] Said Nursî, İçtimai Dersler (İstanbul: Zehra Yayıncılık, 2014), 317
 
Paylaş:

Yorum Yap

💬 Yorumlar
Henüz hiç yorum eklenmedi. İlk yorumu siz yapın!

Bu içerik faydalı oldu mu?