Bediüzzaman'ın “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz” sözünü açıklar mısınız?
🕒 29.10.2024 00:06
👁️ 603 görüntülenme
❤️ 2 beğeni
Bediüzzaman'ın “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz” sözünü açıklar mısınız?
Bediüzzaman'ın “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz” sözünü nasıl anlamalıyız?
Bediüzzaman Said el-Kürdî en-Nursi’nin 1908 II.Meşrutiyet devriminin ilk aylarında, Kürd hamallarına hitap ederken kullandığı bu ifadelerini; dönemin siyasi ve sosyal bağlam ve konjonktürü, kürdlerin sahip olduğu fıtri potansiyel ve mevcut beşeri dinamikleri, Osmanlı’da toplumsal barış ve ittifak ve modern çağda Osmanlı devletinin idaresi için türklerle kürtler arasındaki birliktelik ve işbirliğine olan reel ihtiyaç gibi bazı noktalara-O’nun ifadeleri ışığında- kısaca temas ederek anlamaya çalışacağız.
Evvela; birinci kaynak ve referans olarak konuyla alakalı üstad Bediüzzaman’ın birkaç ifadesine başvuracağız:
Birinci Cinayet: Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum aşair-i Ekrada sadaret vasıtasıyla çektim. Meali şu idi: “Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz emr; adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira saadetimiz, meşrutiyettedir. Ve devr-i istibdatta herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.” Her yerden bu telgrafların cevabı, suret-i hüsnâda geldi. Demek Kürdleri tenbih ettim, gafil bırakmadım; tâ ki istibdat onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet ettim. (Divan-ı Harb-i Örfi)
Üçüncü Cinayet:İstanbul’da yirmi bine yakın Kürdler, hammal ve gafil ve safdil olduklarından müstebidlerin onları iğfal ile Kürd kavmini lekedar etmelerinden korktum. Kürdlerin umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları bir tarikle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde: “İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah ne vakit Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, zulmedenler, padişah da olsa da hayduttur. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı cihad edeceğiz; sanat, marifet silahıyla. Amma, komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevk eden Ermenilerle kemal-i memnuniyetle dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var. Husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.” Hammallar Avusturya’ya karşı –benim gibi umum Avrupa’ya– boykotajları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılane hareketleri bu nasihatın tesiri olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını tadil etmek ve boykotajla Avusturya’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden demek cinayet ettim.(Divan-ı Harb-i Örfi)
“Gayet kıymettar üç cevherimiz var. Şeriat, namus, gayret lisanıyla muhafazasını bizden istiyorlar: Birincisi, İslâmiyet ki, milyonlarla şühedânın kan bahasıdır. İkincisi, insaniyet ki, insanı umum âleme sultan eden odur. Üçüncüsü, milliyetimiz ki, o âsârıyla hayy olan dâhi seleflerimizle bir rabıta, ittihaddır…”(Nutuk)
“Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı i'la eden ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdât-i milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. Mahasıl: Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hodserane yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz. İyi evlad böyle olur. Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihad farzdır. Zira şimdi sırf menfaati göreceğiz. Çünkü hükümet-i meşruta, hakiki hükümet-i meşruadır.”(Nutuk)
Hamallara hitab ederken “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz.” İfadesini, dönemin konjonktürü, sosyal ve siyasal arka plan, bağlamından koparılarak yanlış anlaşılınca veya bilinçli olarak su-i tefsir edilince akabinde Üstad birkaç gün sonra 7 hakikatli bir hitap ile bizzat kendisi konuya açıklık getirmiş olup sadece bir tanesini buraya almakla yetinelim:
“Yedinci Hakikat: Kulüp ki, efkâr-ı umumiyenin mâkes ve mevcudiyet-i kavmiyenin mirat ve mihrakıdır. Biz ki, güya akıl ve marifetimiz, kuvvet ve cesaretimizde mündemiç ve münteşirdir. Mevcudiyetimiz ve efkâr-ı umumiyemizin kıymetini rakibimiz ile muvazene ederek tenzil edeceğiz. Bize lazım: Türklerle –ki, güya mazlumiyetle zayi olan eski şanlı kuvvetleri akıl ve marifetlerine inzimam etmiştir.– ittihad edeceğiz. Onlar bizi müdafaa etsin. Zira onlara çok ücret vermişiz. Yahu bu güzel hakaikı eğer fehm etmişsen, bak ne pis teville rağbet-i umumiyeye karşı sed çekmişler. Şöyle:.. Güya ben, Kürdlerin ve ittifakında başkasının bey’liğini intac edeceğim gibi kelimat-ı lâya’kılane ile ve kat’iyen bir madde-i rekabet mabeynimizde olmayan zatlara hased ve garaz ve kendim için usandığım şöhretten ve çirkin gördüğüm riyaseti istiyorum gibi kelimat-ı hodperestane ile kıymet-i zatiyelerini gösterdiler.” (Nutuk)
Divan-ı Harb-i Örfi müdafaanamesinde ve Nutuklarında mezkur sözünü anlamak için yeterince veri var. Ancak yine de günün siyasi manzarasını ve arkaplanı anlamak açısından birkaç noktaya temas etmek gerekiyor kanaatindeyim…
5 Ekim 1908’de Avusturya Bosna-Hersek’i işgal ettiğinde İstanbul’da Avusturya mallarına karşı bir boykot çağrısı yapıldı. Kürt hamallar, Avusturya’nın limana yanaşan ticari yük gemilerini boşaltmamış ve mallarını boykot etmişlerdir. kirli siyasetleri için fırsat arayan bir kısım çevreler tarafından, bu boykot aynı zamanda yeni meşrutiyet hükümeti ve idaresi karşıtlığına dönüştürülmek istendi. Bu kaos ortamı meşrutiyet ile beraber gelmesi mümkün ve muhtemel olan kazanımları tehlikeye atıyordu. Kürdler üzerinde çok büyük bir etkisi olan Bediüzzaman, hemen olaya müdahale ederek boykotajın yönünden sapmaması için çaba gösterdi. Bilhassa; eski saltanat ve istibdat yönetimine taraftar olan siyasi kesimler, Kürd hamallarını ayaklandırmak, proveke etmek ve siyasi emellerine alet etmek istiyordu. Bu vesile ile yeni meşrutiyet idaresini ortadan kaldırmak istiyordu. İşte Bediüzzaman; zaman-mekan-makam-muhatap bağlamından koparılarak su-i tevil edilen mezkur ifadeyi, ıı.meşrutiyetin ilk aylarında, istanbulda bir boykot vesilesiyle ayaklanmış heyecanlı kürd hamallarını, siyasi kaos ve provakasyonlara alet olmalarına mani olmak maksadıyla sarf etmiştir. Zira; asırlardır devam eden istibdat yönetiminden daha yeni meşrutiyet idaresine geçilmiştir. Yeni dönem ile beraber başta kürtler olmak üzere herkes için bazı kazanımlar mümkün görünüyordu. Fakat, bilhassa eski saltanat ve istibdat yönetimine taraftar olanlar bu kazanımları ve yeni meşruti idareyi hazım etmiyor, aynı zamanda meşrutiyetin ilanında öncü rol oynamış fakat başka halklara verilecek siyasi ve sosyal özgürlükleri kabullenmeyen bazı Turancı ittihatçılar da vaziyetten memnun değildi. Birbirine hasım olan bu iki kesim’in Kürd kavmi ile ilgili temel stratejilerinde bir farklılık olmamasına rahmen her birisi kendi amaçları doğrultusunda Kürdlerin dindarlık duygularını manipüle etmek istiyordu. İstanbul’da Kürd hamallarını yeni yönetime karşı kışkırtanlar ile Kürdistan da Kürdler ile Ermenileri birbirine düşürmek isteyen ittihatçıların niyetleri hiç te iyi değildi. Bediüzzaman; o güne kadar hükümet ve idare Türkler’in elinde olsa da yeni dönem ile beraber Kürdlerin devletin merkezi idaresinde ortak olma potansiyelini nazara vermek istiyordu. Bir kısım yanlış tasarruflar bahane edilerek yeni meşruti idareyi yıkmaya teşebbüs etmek ve dolayısıyla yeni siyasi ve sosyal bir kaosa razı değildi. “Türkler bizim aklımız” yani idarecilerimiz … Realite ortada…şimdilik; iç yüzünü bilmediğiniz hükümetin bir kısım tasarruflarını bahane ederek ve kime yaradığını göremediğiniz kargaşaya alet olmayın ey hamallar diyor. Bediüzzaman; hamalların şahsında umum Kürd kamuoyunun nazarını güncel politikadan bir siyaset-i aliye’ye tevcih ve Osmanlı Devletinin merkezi idaresinde insiyatif almaya teşvik etmek istiyor.
Hülasa: Osmanlı’da idare ve bürokrasi/ devlet aklı, Türk'lerin elinde ancak o sıralarda başta askeri güç olmak üzere imparatorluğun idaresi için lüzumlu olan birçok dinamiklerden yoksun bir durumdadır. Bediüzzaman, başta münazarat kitabında olmak üzere birçok yerde Kürd kavminin sahip olduğu fıtri potansiyelin ve cevherlerin kinetize edilerek ortaya çıkarılmasını teşvik ediyor ve uzun yıllardan beri devlet tecrübesinden uzak kalmış olan Kürdlerin o gün ittifaka muhtaç Türklerle güç birliği oluşturup Osmanlı devletini medeni ve modern bir şekilde yeniden inşa etmelerini istiyor. Binaenaleyh; Bediüzzaman Saidi Kürdi, Kürdlerin her cihetle kendileriyle yüzleşmeleri, pozitif ve negatif yönlerini tespit etmeleri ve içinde yaşadıkları coğrafa ve havzada farklı kavimler ve dinlerle doğru ve medeni bir ilişki kurmaları için elzem olan noktaları daima onlara hatırlatarak dünyanın yeniden bir inşa sürecine girdiği Yirminci asrın şartlarında siyasi ufuklarını açmaya çalışıyordu. Bediüzzaman’ın; tarihin kritik bir kesitinde ve hamal olan muhataplarına konjonktürel olarak sarf ettiği çok açık olan “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti (500 bin askeri güç ve sair beşeri potansiyel kast ediliyor); mecmuumuz bir iyi insan oluruz. …” ifadesinden her yer, zaman ve mekanda mutlak manada “Türk'ler Kürdl'erin aklı, Onları türkler idare edecek…” vs. gibi absürd ve manasız manalar çıkarmak en iyi ihtimalle ahmakane bir hüküm veya çok bilinçli bir saptırmadır. Hele Türk'leri ve Kürd'leri ırksal kodlar üzerinden birini yukarı/idareci sınıf diğerini aşağı sınıf gibi bir kısım (güya bilimsel) safsatalar üzerinde temellendirme çabası asabiyet-i cahiliyenin modern versiyonundan başka bir şey değildir.
Bediüzzaman’ın umum Osmanlı ve islamlar için sarf ettiği gayretler ve serd ettiği fikirlerine baktığımızda da bütün fikirleri arasında bir insicam ve herkesin hakkını elde etmesi için çok samimi çabalar görüyoruz. Osmanlı devletinde, II.meşrutiyet ile beraber her kavimde siyasi ve sosyal haklarını elde etme ümidi doğmuştu. Siyasi kavgalar ve sosyal kargaşa bu müspet zemini yok edecekti. Bediüzzaman, o günlerde genelde büyük bir mürşid-i umumi olarak farklı toplumsal kesimler (ulema, medrese talebeleri, basın camiası, muhtelif siyasi ve sivil dernekler, askerler…vs ) ile ve özelde de umum Kürd kamuoyu ile aktif temaslar kurdu. Kürd'lerin en önemli sivil ve siyasi bir temsilcisi ve kanaat önderi olarak çeşitli zeminlerde, çeşitli nutuk, hitabeler ve basın yoluyla hem kürdlere hem de bütün osmanlı kamuoyuna hitap ederek toplumsal barışı korumak için çok çabaladı. Adalet, hukuk, meşveret, müsavat, ittihad , uhuvvet ve hürriyet gibi temel ilkeleri her zeminde tahkim etmeye çalıştı.
Kargaşaların 31. Mart vakası ile neticelendiği bilinmektedir. Meşrutiyet inkılabından beklenen ümitli hava birkaç ay içinde berteraf oldu. isyanın ana sebebi ittihat-terakki cemiyeti karşıtlığı olsa da onların içindeki tahakkümcü ve Turancı takıma yeni fırsatlar sundu. Meşrutiyet inkılabı yörüngesinden saptı. Aslında bu gidişatı çok iyi gören Bediüzzaman’ın buna engel olmak için başta kürd cemiyetleri olmak üzere 7 farklı cemiyette insiyatif almak istemesinin ana sebebi de buydu. Bediüzzaman’ın hakikat ve samimiyet merkezli çabaları ile sadece siyasi hakimiyet ve hegemonya kurmak hayal ve emelinde olan devletçi aydın ve bürokratların niyetlerini irdelemek bu yazının konusu değildir elbette…Ancak Bediüzzaman; hiçbir zaman ye’se kapılmadı. O konjonktürde fiilen tatbiki mümkün olmasa’da hürriyet, müsavat, uhuvvet ve adalet duygusunun akıl ve kalblerde tahkim ve tespiti için yüksek bir bilinç oluşturma çabasını daima zinde tuttu.
Hülasat-ül hülasa;
1.1908 de ıı.meşrutiyet ilan edildi. mutlak yetki sahibi olan Osmanlı sultanının etki ve yetkileri sınırlandırıldı. Seçimler yoluyla her unsurun devlet idaresi için meclise temsilci göndermesi kabul edildi.
2.Meşrutiyetin ilanı ile beraber teorik olarak bütün halklar gibi Kürdler de Osmanlı merkezi devlet idaresinde hak sahibi olacaklardı.
3.Ancak; yeni yönetim ile beraber gelecek hürriyet ortamını, ne eski istibdat yönetiminin saltanat taraftarları ne de yeni etkin güç olan ittihatçılar hazmediyordu.
4.Eski idareye taraftar olanlar da, yeniler de iktidar mücadelesi içinde idiler. Eskiler meşrutiyet yönetimini ortadan kaldırmak, yeniler de meşrutiyet ortamını bir zümre istibdadına dönüştürme çabasında idiler.
5.İstibdat yönetimi(eski rejim) taraftarları sultan A.Hamid’i ittihatçıların kuşatmasından kurtarmak için , ittihatçılar da g.mülimlere karşı kürd hamallarının dindarlık duygularını tahrik ediyordu… Binaenaleyh; O günlerde herhangi bir İçtimai kargaşa ve kaos ortamı her iki kesime de fırsatlar sunuyordu.
6.Meşrutiyet ilan edilmesine rağmen kimseye herhangi bir siyasi hak verme niyetinde olmayan bir kısım Osmanlı bürokratlarının Kürd-Ermeni düşmanlığını körüklemesine mukabil Bediüzzaman sürekli olarak maslahat, medeniyet ve hukuk merkezli farklı ittifakları teşvik ediyordu.
7.İstanbul'da hamallık yapan kırk bin civarında kürd'ün yirmi bine yakını boykot vesilesiyle ayaklanmışlardı. Provakasyonlara açık olup sağduyulu harekete ihtiyaçları vardı. Düzensiz tepkilerden oluşan bu halk hareketleri, kötü niyet peşinde koşanlara bir fırsat sunuyordu. Siyasi kavgalara alet edilmemeleri için Bediüzzaman Kürd'lerin yoğun olduğu bütün bölgeleri, kahveleri gezerek onları itidale davet etti. İyilik ve maslahat peşinde olanlar asayişi korumak zorunda. Bediüzzaman; (türkler bizim aklımız…yani şu an idarecilerimiz…kaos peşinde olanları değil meşru idarecileri dinleyin vs…) demek istiyordu.
8.Bediüzzaman, toplumsal barışı siyasi barışın temeli olarak görüyor ve bunun için de iktidar mücadeleleri değil medeni bir islam toplumu olarak karşılıklı olarak hak, adalet , farklı kimliklere saygı vb gibi ilkeleri korumak istiyordu.
9.Binaenaleyh; Hamalların şahsında bütün kürdlere yüksek bir siyasi bilinç ve ufuk kazandırmak istiyordu. Bütün hitaplarında olduğu gibi hamallara seslenen mezkur hitabında da; onları yeni çağın ve medeniyetin mukteziyatına ısrarla teşvik ediyordu.
10. Bediüzzaman; “Allah'a masiyet konusunda kullara itaat yoktur.” , “...daha büyük bir münkere/zulme zemin hazırlayacaksa münkere müdahale etmek akıl karı değil” vb. gibi islami ilkeler çerçevesinde hem mutlak teslimiyet ve itaati red eden hem de mü’minane feraseti merkeze alan bir anlayışla halkına rehberlik ediyordu.
Son söz: Türklerde devlet tecrübesi/devlet aklı, hele hele o günlerde devleti koruma refleksi çok gelişmiş idi. Kürdler’de de Bediüzzaman’ın ifadesiyle 500 bin civarında askeri kuvvet ve sair beşeri dinamikler mevcut bulunduğundan o güne kadar gasp edilmiş siyasi ve sosyal haklarını geri almaları mümkün… Devlete ortak olma ve asli unsuru olma potansiyeli çok yüksek …Karşılıklı olarak reel ihtiyaçlar var…Türk'ler idari tecrübeleri ile Kürd'lere hizmet etmelidir. Zaten idari tecrübelerini tahakküm aracı olarak kullananlar hem hukuki, hem insani hem de islami olarak meşruiyetini kaybeder.
Binaenaleyh; "Gelin ortak bir zeminde Türk'ler ile ittihad edip devleti idare edin ey Kürdler” diyen, devlet idaresinde hukuk, şura ve adaleti esas alan üstadın sözlerini bağlamından kopararak; bir milleti başka bir milletin hizmetçisi, hammalı ve daimi bir askeri olarak maksadının tam zıddına tevil ve su-i tefsir etmek eğer bir cehalet ve safdillik değilse katmerli bir kötülük ve cerbezeden başka bir şey değildir.
Bair kısım çevreler tarafından Bediüzzaman’ın Kürd'ler ve Kürdistan ile temas eden içtimai ve siyasi fikirleri aktarılırken çok ciddi sözlü ve yazılı tahrifatlar, manipülasyonlar ve algı operasyonları yapılmakta ve 50 yıldan fazladır devletin güncel politik söylemlerine ve stratejisine paralel olarak lojistik destek sağlamak üzere konjonktüre göre farklı tarz ve usluplarla üretilip yenilenmektedir. Bir devlet politikası olarak Türk ırkçılığının ne kadar derin ve sinsi bir şekilde “dindar nurcular” arasına da nüfuz ettiğini görmek çok ibretamizdir. Allah; su-i niyet sahiplerine tövbe, safdil olanlara da feraset ve basiret nasip etsin…
Ubeyd KUDAT
Yorum Yap