KEKÊ İZZEDDİN

🕒 30.01.2025 13:01 👁️ 123 görüntülenme ❤️ 2 beğeni

KEKÊ İZZEDDİN
KEKÊ İZZEDDİN

Bİ NAVÊ XWEDA

Onu ilk tanıdığımda seksenlerin sonuydu. Risale-i Nur’ları tanımış olmanın heyecanı doruklardaydı. Bir gece Kekê İzzeddin’in, Envar Medresesi’ne ziyarete geldiğini duyunca bir arkadaşla yurttan kaçmış onu görmeye gitmiştik. Yirmi altı sene evvel dizleri üstünde, ders rahlesinde, ilk defa gördüğüm o zatın, mütevazı vaziyeti halen olduğu gibi hatırımda. Lahikalardan takva ve amel-i salih bahsini okurken onunla beraber gelen bazı arkadaşlarının kışkırtıcı sorularına çok sade ve kibar bir üslupla cevap vermesini hiç unutmadım. O kadar sade ve saf bir duruşu vardı ki doğrusu şimdiye kadar ondan etkilendiğim kadar etkilendiğim ikinci birini hatırlamıyorum.

Sonraki on yıl boyunca defalarca görüşmek ve birer haftadan ibaret olsa da birkaç defa onunla aynı medreselerde kalmak bahtiyarlığı bize de nasip oldu. İlminden, ufkundan, tecrübesinden, fedakârlığından ve samimiyetinden layıkıyla istifade edemesem de ilk gördüğümden şehadetine kadarki sürede kendi penceremden şahid olduğum birkaç vasfını burada zikretmeyi vefakârlığın bir gereği olarak görüyorum.

SADELİĞİ: İlk gördüğümde dikkatimi çeken ve hayatının sonuna kadar değişmeyen bir özelliği sadeliğiydi. Hem giyiminde hem yaşamında hem de fikirlerinde çok sade bir insandı Kekê İzzeddin. Öyle ki onunla beraber kalmak, onunla yolculuk yapmak veya onunla müzakere etmekte herkes kendini gayet rahat hissederdi.
O, kendisinden korkulacak veya yanında kişinin sıkılacağı biri değildi. Cemaatinin hem doğal hem de seçilmiş lideri olmasına rağmen toplumdaki herhangi biri gibi yaşardı. Önderlik ettiği cemaatinin, Türkiye ortalamasının çok üstünde ilmî ve entelektüel bir seviyeye sahip olması mütevazılığını bozmuyordu. Şatafatı ve havasçılığı/elitizmi asla sevmezdi.

ŞEFFAFLIĞI: Hem fikirlerinde hem de davranışlarında gayet şeffaftı. Gizlisi saklısı yoktu. Gizemliliği ve muğlaklığı olan biri değildi. Açık yürekliliği ve samimiyetiyle avamdan havassa her tabakadan insanı cezbederdi. Fikirleri gayet duru ve netti. Mübalağası ve lafızperestliği yoktu. Her dersinde ilimle nazarı/perspektifi beraber verirdi. Teferruatlara dalmaz ana mesaja yoğunlaşırdı. Sun’iliği ve malumatfuruşluğu asla sevmezdi daima davayı nazara verirdi. Kendini ön plana sürdüğünü hiç hatırlamam. İslam dininin ruhunu, sadeliğini, tabiiliğini ve saflığını hem fikirlerinde hem de ibadet ve günlük yaşamında müşahede etmek mümkündü.

ARKADAŞLIĞI: Hem büyüklerle hem de kendisinden yaşça çok küçüklerle de rahat bir arkadaşlık kurabiliyordu. Aramızda şimdiye kadar gençlerin kendilerini onun yanında rahat ve özgürce hissedebildikleri ikinci birini daha bilmiyorum. Kimsenin kişisel kusurlarıyla ilgilenmez onları İman ve Kur’ân davasına hizmete teşvik ederdi. Ladik kitap okuma programını ziyarete geldiğinde diğer abilerin kendi aralarında muhabbet etmelerine mukabil benim gibi sıradan birini yanına alıp turlarken ilgilenmesini hiç unutmadım. Zaten gençleri dinamize etmek ve onların fikirlerini aydınlatmak kadar ona lezzet veren başka bir şey yoktu.
 
CESARETİ: Çok cesurdu. Şecaat-ı kalbiye ve şecaat-ı medeniyeyi tevazu ile cem eden nadir şahsiyetlerdendi. Kimseden korkmazdı. Başkasına tahakküm etmediği gibi kimsenin tahakkümünü de asla kabul etmeyen şehamet-i imaniye sahibi bir zattı. Hürriyet ile itaat dengesini her daim ders verirdi. Bilhassa hürriyet-i fikre ve kelama çokça önem verir, bulunduğu her mekânda ilmî ve fikrî münazaralar eksik olmazdı.

DAVA ADAMLIĞI: Onu her hatırladığımda dinin ruhunu pratikleriyle yansıtan mücessem bir dava adamı aklıma gelir. Kişisel takvası yanında adalet ve hürriyetin cemiyette hâkim olması için toplumsal hassasiyetleri de doruklardaydı. Benim nazarımda Risale-i Nur hareketinde Üstadın sahih profilini ve portresini en çok hatırlatan model şahsiyet İzzeddin Ağabeydir. Davasıyla o kadar hemhâl idi ki davaya hizmetten başka özel bir hayatı yoktu adeta. Bazen aylarca yolculuk yaptığı olurdu. Yurtiçinde gitmediği şehir ve kasaba yoktu herhalde. Yurtdışını müteaddit defa ziyareti de hep bu dava gailesiyleydi. Bu seyahat ve ziyaretlerinde çok farklı cemaat ve gruplarla temas kurmaktan geri durmaz. Fikrî ve ilmî alışverişi ihmal etmezdi.

Kekê İzzeddin kendini aştığı gibi cemaatçiliği da aşmıştı. Diktatör yöneticilerden dolayı memleketlerini terk etmek zorunda kalmış nice dava adamına ev sahipliği yaptı. Zaten kendisi de bu hususta epeyce mağdur olmuş; hem hapse hem de gurbete maruz kalmıştı. Hemen hemen İstanbul’a her gidişimizde gurbete iltica etmiş birilerini yanında bulurduk. Bu hususta asla taassub taşımaz farklı meslek ve meşreplerden onlarca dostla beraber olabiliyordu. Onun korkmadan mazlumlara bu derece sahiplenmesini bazı arkadaşları dahi çok ihtiyatla karşılıyordu. Hatta onun hem fikrî hem de fiilî olarak Kürtlere sahiplenişinin hikmetini kavramayanlar haşa ve kellâ onu asabiyetle suçlayabilmişlerdi. Halbuki onun nazarında mazlumun da zalimin de kimliği hiç önemli değildi. Ümmetin mağdurlarına bu derece sahiplenmesini kavramayanlar onun ruh dünyasından uzak insanlardı. O, uzak diyarlardaki mazlumları dramatize edip yanı başındaki mazlumlardan bigâne olanlardan değildi.

Onu şehid edenler esasen Kekê İzzeddin’in temsil ettiği sembol duruşu hedef aldılar. Yoksa ondan daha radikal söylem sahiplerine veya maddi imkan sahiplerine bir şey yapmadılar.

O’nun bizzat şahsında temsil ettiği değerler mazlumlara ilham veriyordu. O, fikirleriyle ve duruşuyla, ekseni Kemalist rejim lehine kaymış Risale-i Nur Hareketi’ni asıl mecrasına koymaya çalışıyordu.

O, zalimlerin kırmızı çizgilerini değil; Kur’an’ın adalet-i mahzasını esas alıyordu.

O’na dehşetli işkence ve zulmü reva gören zalimler onun dinamize ettiği değerleri yok etmek istediler esasen. Biz de “Zalimler için yaşasın Cehennem!” diyor ve Kekê İzzedin’in şehadetini tebrik ederek davasını selamlıyoruz.

Ve bir not daha:
Birçok cemaatı rehin alarak nim-resmileştiren ve birçok sivil insiyatifi  absorbe ederek boşa çıkaran ve bu hususta epey tarihsel tecrübeye sahip olan menhus niyet sahipleri elbette İzzeddin Yıldırım’ın peyrevlerini de çeşitli baskılarla yörüngesinden saptırmak için çabalamaktan geri durmayacaklardır.

Acaba müntesibler, Kekê İzzeddin’in her daim nazara verdiği ve adalet-i mahzayı esas alan Said el Kürdî en-Nursî’nin iman, sosyal ve siyasal alanla ilgili prensiplerini muhafaza edebilecekler mi ?

Acaba dost suretinde sinsice hulûl eden yaklaşımları ve zalimlerin sofistike oyunlarını; kişisel, fikirsel ve cemaatsel zaafları aşarak bertaraf edebilecekler mi ?

Acaba o zatın harekete geçirmeye çalıştığı manevi dinamiklere sahiplenecek genç bir nesil teşkil etmek için yani Saidler, Hamzalar ve İzzeddinler için münbit zeminler ihzar edilebilecekler mi?

“Görelim mevlam neyler neylerse güzel eyler.” Wesselam…
We minallah tewfik wel hidaye…

Ubeyd KUDAT
 
Paylaş:

Yorum Yap

💬 Yorumlar
Henüz hiç yorum eklenmedi. İlk yorumu siz yapın!

Bu içerik faydalı oldu mu?