Evvela şunu belirtmekte fayda vardır:
Üstad, “Ben kasemle temin ederim ki, Risale-i Nur’u senâdan maksadım, Kur’an’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyid ve isbat ve neşirdir.”
1 diyerek, Nurlara dair medihlerinin hakiki adresini göstermiştir. Dolayısıyla, birilerinin Nurcuları, “Hep Risale-i Nur, Risale-i Nur deyip duruyorlar” demesinin anlamsızlığı ortadadır.
Keza, “Risaleler kendi malım değil, Kur’an’ın malı olarak, Kur’an’ın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum.” diyerek, Kur’an adına Nurları değerlendiren Üstad, “Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.”
2 sözleriyle, yine yegâne referansa dikkat çekmektedir. Akabinde ise; aynı iddiasını teyid makamında: “Sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki, Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’an-ı Kerîmin hakaikindan telemmu’ etmiş şualardır.” düsturuyla derim ki: “Kur’an’ın hakaik-i i’cazını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki, Kur’an’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi.”
3 ifadeleriyle, Risale-i Nur-Kur’an-ı Kerim ilişkisini, Kur’an’ın yegâne kaynak olduğunu göstererek taçlandırmaktadır.
Evet, Üstad’a göre ve onun şahsında bize göre: “Bu kâinatta ve her asırda, en büyük makam Kur’an’ındır.”
4
Zira “Kur’an-ı Hakîm, mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir.”
5
PEKİ, NİYE “RİSALE-İ NUR” DİYORUZ?
1- Çünkü Risale-i Nur’da mükemmel bir iman ve tevhid dersi var:
Evet, Bediüzzaman Hazretleri, “Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, düzen bozulurdu.”
6 ayetini hareket noktası olarak alır, Tevhid’i hayatının merkezine oturtur. Ve iddia eder ki, “Sinek kanadından tut, tâ semavat kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki parmak karıştırsın.”
7 İşte bu saikle, Allah’ın Kur’an’ından ayetleri okuyarak onları tefsir ve talime başlar. Önce, “Tevhid iki çeşittir” der: “Biri: Tevhid-i âmi ve zâhiridir ki; “Cenab-ı Hak birdir, şeriki, naziri yoktur, bu kâinat onundur.”
İkincisi: Tevhid-i hakikidir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve hatem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her şeyden O’nun nuruna karşı bir pencere açıp Onun birliğine ve her şey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vech ile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir.”
8
Sonra, tevhidin delillerini aramaya koyulur. “Her bir şeyde, O’nun birliğine dair deliller vardır.”
9 hakikatini terennüm eder, her bir varlıkta, Allah’ın varlık ve birliğine dair kapı ve pencereleri aralar. Ve bu yol ve faaliyete koyulurken, bazı yöntemlere başvurur. Bunlar, sebep-müsebbeb, bürhan-ı inni – bürhan-ı limmî, mana-yı harfi – mana-yı ismi, kıyas gibi yöntemlerdir. Asrî ilimlerle imanı mezcederek en muğlak ve müşkil meseleleri en anlaşılır ve vazıh bir surette aklın gözü önüne serer. İşte bu başarı, Nurlar adına başlı basına bir imtiyazdır.
“İzzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.”
10
Bu hususta, Asa-yı Musa’nın Altıncı Mesele’si, Ayetü’l-Kübra, Otuzüç Pencere, Haşir Risalesi, İkinci Şua, Yirminci Mektub’un İkinci Makamı ve daha birçok risale, birer şaheser payesindedir. Kader ve Haşir gibi, İslâm ulemasının, bırakın avama, havasa dahi bildirmek istemedikleri mevzuları, Risale-i Nur, temsil sırrıyla avamdan havasa herkese ders veriyor, inkârcı felsefeden gelen şek ve şüpheleri izale ediyor. Onun içindir ki, Üstad, haklı ve isabetli olarak, “Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur'ca verilen karar infaz edilmiştir.”
11 demektedir.
Cibril Hadisi’nde belirtilen İman’ın altı rüknü ile İslâm’ın beş şartı Risale-i Nur’da mükemmel bir şekilde ele alınmış; Namaza dair Dördüncü Söz ile Yirmibirinci Söz, keza İşaratü’l-İ’caz’daki izahatlar, Oruca dair Ramazan Risalesi, Zekâta dair İşaratü’l-İ’caz ve sair risalelerdeki tafsilatlar, Hacca dair Sunuhattaki izahlar birer şaheser mesabesindedir. Yine Kelime-i Şehadet’in iki kelamı olarak, biribirine lazım ve melzum olma durumlarına dair izahlar da bu kabildendir.
İmanın; Allah’ın varlık ve birliğine dair kısmı ki Risale-i Nur’un bu husustaki tefsirleri bir çığırdır; bir tecdid hareketidir. İslâm tarihi boyunca, kâinatın ve fenlerin diliyle bu denli mükemmel bir izahatın yapıldığı vaki değildir; tefsirler ortadadır, bakılabilir. Nübüvvete dair Ondokuzuncu Söz, Şuaat, Ondokuzuncu Mektup’taki tafsilatlar, Mesnevi ve İşaratü’l-İ’caz’daki nübüvvet bahisleri, özel olarak Efendimizi tanımak, genel olarak da beşerde nübüvvet hakikatinin elzemiyetine dair serdedilen en harika izahlardandır. Kur’an’ın ve sair münzel kitaplara dair Dokuzuncu-Onuncu Meseleler ve Yirminci-Yirmibeşinci Sözler, başka hiçbir izahata ihtiyaç bırakmayacak kadar mükemmeldir. Haşre dair Onuncu söz, Kadere dair Yirmialtıncı Söz ve sair yerlerdeki tafsilatlar, kendi makamlarında birer şaheserdirler.
Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatleri, elbette binlerce âlimimiz de bahsetmiştir; “peki farkı nedir?” diyeceksiniz, farkı, aynı yemek malzemelerinden, ustalık durumuna göre elde edilen lezzet farkı, aynı kumaştan çıkarılan elbise farkı ve aynı inşaat malzemelerinden çıkartılan ev ya da binadaki mimarî fark ne ise, Nurların da farkı odur. Yani kalite farkı; ustalık ve üstadlık farkı... Bundandır ki, Nurlar, bugün bütün Âlem-i İslâm için tevhid ve İslâm’ı yaşamakta, tebliğ etmekte bir istinad noktasıdır.
2- Çünkü Risale-i Nur’da mükemmel bir tefekkür dersi var:
Risale-i Nur’un en bariz ve mümtaz vasıflarından biri de Kur’an’da tekraren emredilen “tefekkür”e verdiği azamî kıymettir. Hiçbir eserde olmayacak kadar tefekküre ehemmiyet vermiş, bu hususta bir çığır açmıştır. Küçük kâinat olan insan için bazen saray, bazen şehir, büyük insan olan Kâinat için de bazen saray, bazen misafirhane tasvirleriyle getirmiş oldukları izahatlar harikulade niteliktedirler.
Arabî olarak yazılan Yirmidokuzuncu Lem’a ve Tefekkürname eserleri gibi, zerreden kürrelere kadar mahlûkatın lisanlarıyla, “intak” sanatını kullanarak Hâlık’ın tanıtıldığı Ayetü’l-Kübra ve Otuzikinci Söz’ün Birinci Mevkıfı tevhid ve ehadiyete dair emsalsiz izahlardandırlar.
Keza, Kur’an’daki, “Üzerlerinde bulunan semayı nasıl bina ettiğimize ve süslediğimize bakmazlar mı?”
12 ile “Şimdi Allah’ın rahmet eserlerine bak! Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir! Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye kadirdir.”
13 ayetleriyle nazarımızı kâh semadaki ihtişama, kâh insan siması ve lisanındaki mu’cizelere tevcih eder. Tefekküri yolculuğunda, Efendimizin lisanına müracaat eder, O’nun ağzından, “Allah’ın yaratmış olduğu varlıklar üzerinde tefekkür edin, ama Allah’ın zatı hususunda düşünceye dalmayın. Çünkü siz ona güç yetiremezsiniz.”
14 hakikatine nazarları çeker,
“Bir saat tefekkür, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır.”
15 hadisiyle de, yine Efendimizin ağzından tefekkürün faziletine bizleri iştirake çağırır.
16
Tefekkür yolunun yolcusu olarak, Üstad, bu kez İmam-ı Gazali’ye başvurur, onun lisanıyla “Varlığın, içinde bulunduğu durumdan daha harika olması imkân dâhilinde değildir.”
17 hakikatini terennüm eder, kâinattaki İlahî bedialara, taklid edilmez mucizevi sanatlara dikkat çeker. Sonra, adaşı olan Said el-Küremî’nin “Kavlün Alâ Kavl” eserinden istifadeyle, hikmetli hakikatini okur; “Sahife-i âlemin eb’ad-ı vasiasında Nakkaş-ı Ezeli’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl! Tâ ki mele-i a’lâdan uzanan şu selasil-i resail, seni alâ-yı illiyin-i tevhide çıkarsın!”
18 diyerek her bir varlığın Samedanî bir risale olduğunu nazara verir, tefekküre davet eder.
Daha sonra, kendisi, Kur’an, Efendimiz ve Kâinat kitabından aldığı derse binaen, tefekkürünü
"
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine!
Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta muzlim çeşm-i dil erbabına,
Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş." sözleriyle hülasa eder.19
Nihayette, tefekkürî tahlil ve tefsirlerinin akabinde, akılları kabule ikna eder, onlara ister istemez “ Yaptığı sanatında, akılları hayrete düşüren Allah, bütün noksan sıfatlardan beridir.”
20 hakikatini tasdik ettirir.
Evet, Risale-i Nur’un tefekkürî mesleği ve isbatî dersleri, binlerce yazar-çizer için ilham kaynağı olmuş, ilim ve iman derslerini sentezlemelerine vesile olmuştur. Bu meyanda yazılan ve hazırlanan birçok kitap, makale, dergi ve görsel materyaller, iman sahasında önemli inkişaflara ön ayak olmuştur.
3- Çünkü Risale-i Nur’da mükemmel bir tebliğ dersi var
Hakim ve Rahim ismine mazhar Risale-i Nur, tebliğde “Rabbinin yoluna (insanları) hikmetle davet et!”
21 ayetini esas almıştır. Bu yolda, “Kendisine hikmet verilen kimseye, gerçekten çok hayır verilmiştir.”
22 ayetini düstur edinmiş; hikmet ve belagatin gereği, tebliğinde, yara yapmadan tedavi yöntemini izlemiştir; batılı tasvir etmekten azamî derecede uzak durmuştur.
Risale-i Nur, tebliğ hususunda, Peygamber Aleyhisselatu Vesselam’ın, “Bir adamın seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır”
23 hadis-i şerifini teşvik kamçısı bilmiştir; kâinatta en mukaddes vazife olarak, imanın takviye ve kurtarılmasını bellemiştir.
Yine, “Peygambere düşen, ancak apaçık bir tebliğdir”24 düsturunu ve “Gerçek o ki, sen sevdiğini hidayete kavuşturamazsın, ama Allah dilediğini hidayete erdirir.”
25 talimatını mutlak rehber edinerek, tebliğdeki sorumluluğunu ve sınırlarını bilmiş, vazifesi olmayan “hidayet” ve “insanlara dinlettirmek” işine girmemiştir; had tecavüzünde bulunmamıştır.
Keza, tebliğde, peygamberimizin(asm), “İnsanların akıllarının seviyesine göre konuşun!”26 talimatı ile, “Beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak, bir tenezzül-ü İlahîdir”
27 hakikatini birer düstur olarak ittihaz etmiş, tebliğin yol ve yöntemine dair yeni ufuklar açmıştır.
Evet, Kur’an, nasıl ki muhataplarının ekserisi olan avamın zihnî kapasitelerine riayeten, hakikatleri misal, mesel ve hayattan alınma örneklerle anlatır, aynı şekilde, onun hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur da imamından aldığı ilham ve güneşinden aldığı tefeyyüzle benzer bir yol izlemiş, iman ve İslâm’a dair bütün meseleleri, özellikle de derin ve muğlak olanlarını misallerle, mesellerle ve tabii çevremizden örneklerle muhataplarına ders vermiştir. Bu hususu, “Zaiflerinizin yürüyüşüyle yürüyünüz!”
28 hadisi ile “Âlim-i mürşit koyun olmalı kuş olmamalıdır”
29 hakikatine bina etmiştir.
Ayrıca, “Rububiyet ve terbiyenin iktizasına binaen, insanları, kendi aralarında cereyan eden muhavereleri, üslupları, şiveleriyle irşad etmek lâzımdır.”
30 dersiyle, tebliğin en ince noktalarına girer, nabza göre şerbet vermenin ehemmiyetine dikkat çeker... Böylece, tebliğde başarılı olmanın bir başka yolunu irae eder.
4- Çünkü Risale-i Nur’da mükemmel bir ihlas dersi var:
Risale-i Nur, hizmetinin merkezine ihlası yerleştirir. İhlasız batmanlarla amelin, ihlasla yapılanın bir zerresine tekabül etmediğini söyler. İmanda ve amelde ihlası öngörür. Her noktada olduğu, ihlâs konusunda da Kur’an’ı rehber ve referans kabul eder. Kur’an-ı Kerim’in: “Biz, sana bu kitabı(Kur’an’ı) hak ile indirdik. Sen, Allah’a dini halis kılarak ibadet et! İyi bil ki, halis din Allah’ındır.”
31 ayeti ile Hz. Peygamber’in(asm), “İnsanlar helâk oldu, ancak âlimler kurtuldu. Âlimler de helâk oldu, ancak ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler de helâk oldu, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtuldu. İhlâs sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler.”32 hadisinden yola çıkarak: “Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır”
33 tesbitinde bulunur, akabinde ise, “İhlâs’ı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla halis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i ilâhî ve neticesi rıza-yı ilâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i ilâhiyeye karışmamalı.”
34 der, bu tesbit ve izah ışığında hem ümmete hem de hususi şakirdlerine iki eşsiz risaleyi, yani “İhlâs Risaleleri” olarak tesmiye edilen Yirminci ve Yirmibirinci Lem’ları hediye eder.
Yine, “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.”
35 hadis-i kudsisinden hareketle, ihlâstaki ince çizgiye dikkat çekmiş, Allah’ın vazifesine karışmak ve amellerin karşılığını bu dünyada beklemek olan had tecavüzünün caiz olmadığını göstermiştir.
Nihayet, ihlâsın vüs’at-i şümulünü göstermek ve ihlâssızca yapılan amellerin “rüşvet” kabilinden olup geçersiz olduğunu göstermek için, bir başka zatın hikmetli şu sözlerini zikreder: “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünkü mukabilinde bir mükâfat, bir sevab istenilen muhabbet zaiftir, devamsızdır.”
36 Böylece, muhabbette dahi ihlâsın nasıl olması gerektiğini ders verir. Ubudiyetteki ihlasa dikkat çekme babında, Üstad’ın aşağıya alacağımız şu iki ifadesi, başka söze hacet bırakmayacak derecede her şeyi özetlemektedir: “Ubudiyet, emr-i ilâhîye ve rıza-yı ilâhiye bakar. Ubudiyetin daîsi emr-i ilâhî ve neticesi rıza-yı Hak’tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir.”
37 “Ubudiyet, mukaddime-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.”
38
-----
1 (Emirdağ Lahikası, s. 49)
2 (Mektubat, s. 497)
3 (Mektubat, s. 498)
4 (Kastamonu Lahikası, s. 22)
5 (Mektubat, s. 496)
6 (Enbiya Suresi, 22) (Sözler, s. 741)
7 (Sözler, s. 751)
8 (Sözler, s. 352; (Mesnevi-i Nuriye, s. 231)
9 (Şualar, 188)
10 (Sözler, s. 353)
11 (Mesnevi-i Nuriye, s. 196)
12 (Kaf Suresi, 6)
13 (Rum Suresi, 50)
14 (Beyhaki, Şuabü’l-İman, 1/136)
15 (Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 278; Aliyü’l-Kari, el-Esraru’l-Merfua, 175)
16 (Şualar, 190)
17 (Sözler, 291)
18 (Şualar, 188)
19 (Şualar, 188)
20 (Sözler, s. 745)
21 (Nahl Suresi, 125)(Lem’alar, 527)
22 (Bakara Suresi, 269) (Sözler, s. 162)
23 (Sahih-i Buharî, 3/57)(Emirdağ, 75)
24 (Nur Suresi, 54)
25 (Kasas Suresi, 56)(Lem’alar, s. 196)
26 (Muhakemat, s. 138)
27 (İşaratü’l-İ’caz, s. 189)
28 ( Kastamonu Lahikası, s. 106)
29 (Mektubat, s. 633)
30 (İşaratü’l-İ’caz, s. 236)
31 (Zümer Suresi, 2-3)(Lem’lara, s. 219)
32 (Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 2/280, No: 2795)
33 (Lem’alar, s. 219)
34 (Lem’alar, s. 219)
35 (Hadis-i Kudsi, Acluni, Keşfü’l-Hafâ, 2/42)(Lem’lar, s. 197)
36 (Lem’alar, s. 199)
37 (Lem’alar, s. 197)
38 (Sözler, s. 436-437)
Yorum Yap