Risale-i Nur'dan Bir Kavram: Niyet

🕒 13.06.2025 14:50 👁️ 211 görüntülenme ❤️ 1 beğeni

Risale-i Nur'dan Bir Kavram: Niyet
Risale-i Nur'dan Bir Kavram: Niyet

Giriş

Niyet kavramı Risale-i Nur’da üzerinde durulan anahtar sözcükler arasında yer almaktadır. Risale-i Nur’un müellifi Said Nursi 40’lı yaşlarının başlarında Katre Risalesinde, “nazar” ve “niyet” sözcüklerinin kendi öğrenim hayatının en kıymettar dört kelimesinden ikisi olduğunu söylemektedir: “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim… Kelimelerden maksat: Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır.” ifadelerini kullanmıştır. Nursi’nin 40 yıllık yaşamını ve 30 yıllık tahsil hayatını dört kelime ve dört kelam ile tanımlaması dikkat çekicidir. Zira dönemin eğitim merkezleri olan medreselerde erken yaşlarda pek çok kitabı ezberleyip zihninde tekrar eden Nursi’nin bu sözlerinin mecazi bir anlamı vardı. Nursi, bir bakıma kendi ilminin hülasasının bu kelimelere dayandığını kast etmektedir.
Nursi aynı bölümde söz konusu kavramların dönüştürücü rolüne işaret ederek “nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.” ifadelerini kullanır. Bu bağlamda, Nursi’nin kavramsallaştırmasında niyet ve nazar, varlığın (eşyanın) anlamını (mahiyetini) değiştirecek öneme haiz iki kavramdır. Söz konusu kavramlar, iyilik ve kötülük arasındaki diyalektik ilişkide meselenin yönünü her iki tarafa da kaydırma potansiyeline sahiptirler.
Nursi’nin eserlerinde niyet kavramı, İslam düşünce geleneğinin temel unsurlarından biri olarak derinlemesine ele alınmıştır. Nursi bu kavramı özgün bir şekilde yeniden yorumlayarak bireysel ve evrensel bir perspektif sunmuştur. Niyet, Nursi’nin düşüncesinde yalnızca ibadetlerin sahihliğini sağlayan bir unsur değil, aynı zamanda insanın tüm eylemlerine anlam ve değer katan, hayatı ibadete dönüştüren bir dinamiktir. Çalışmada niyet kavramının sözlük anlamı ve etimolojik kökeni ele alınıp ilişkili olduğu kavramlara değinildikten sonra Risale-i Nur’da bu kavramların geçtiği yerler analiz edilip kavramların kullanıldığı bağlamdan hareketle çıkarımlar yapılmaya çalışılacaktır.  Bu bağlamda, aşağıdaki başlıklarda niyetin lügat ve şer’i anlamları, İslam düşünce geleneğindeki yeri, diğer düşünürlerin yaklaşımları, Nursi’nin eserlerindeki yorumları, ihlasla olan ilişkisi, dönüştürücü gücü, küllî ve cüz’î boyutları ele alınarak kavramın Nursi’deki yansımaları incelenecektir.


Kavramsal Köken ve Düşünürlerin Yaklaşımları

Niyet lügat anlamında Arapça “nevâ” kökünden türetilmiş bir kelimedir ve bu kök, hurma veya kuru üzümün çekirdeği anlamına gelir. Lügatte niyet, “kastetmek, yönelmek, azmetmek, çok istemek ve gidilen yön” anlamlarını taşır. Bu etimolojik bağlam, niyetin bir eylemin özünü ya da çekirdeğini temsil ettiğini ima eder. Niyet, bir bilincin ve iradenin yönelimi olarak, insanın bir amaca yönelik hareketini ifade eder. İslam hukukunda niyet, “Allah’a yakın olma maksadıyla bir ibadeti yapmaya kalben azmetmek” olarak tanımlanır. İslam düşünce geleneğinde niyet, âdetleri ibadetlerden ayıran ve hatta sıradan eylemleri ibadete dönüştüren bir unsur olarak görülür. Hadis-i Şerif’te, “Ameller niyetlere göredir. Kişi için ancak niyet ettiği vardır” ifadesiyle, niyetin ibadetlerin sahihliği için şart olduğu belirtilir. Fıkıhçılar, ibadetin geçerliliğini niyete bağlar; niyetsiz bir ibadet sahih kabul edilmez.
Niyet kavramının içeriği, yukarıda geçen etimolojik kökenin ötesine geçerek epistemolojik bir anlam kazanmıştır. Türetildiği kökün sözlük anlamlarıyla ilişkili olmakla birlikte, niyet bu anlamların ötesine uzanır. Kur’an-ı Kerim’de niyet, “ibtiğa” (çok istemek) kelimesiyle ilişkilendirilir ve emredilen veya yasaklanan eylemlerin maksadının niyet olduğu belirtilir. Bu, niyetin yalnızca bir eylem öncesi karar değil, aynı zamanda bir bilincin ve iradenin sürekli yönelişi olduğunu gösterir.


İslam Düşünce Geleneğinde Niyet ve Diğer Düşünürlerin Yaklaşımları

İslam düşünce geleneğinde niyet, özel anlamıyla belirli bir eyleme yönelişi, genel anlamıyla ise insanın bilincine açık veya kapalı bir şekilde daimî bir yöneliş halinde olmayı ifade eder. Özel anlamıyla niyet, iradenin bir türü olarak değerlendirilirken, genel anlamıyla iradenin tüm aşamalarıyla ilişkilidir. Niyet, irade, azim ve kasıt kavramlarıyla anlam açısından benzerlikler taşır, ancak her biri kendine özgü nüanslara sahiptir. Ortak noktaları, bu kavramların eylemin tayinini, ona yönelimi ve olumlu ya da olumsuz tutumu belirlemeye yönelik anlamlar taşımalarıdır. Günlük dilde bu kavramlar bazen birbirinin yerine kullanılsa da, İslam düşüncesinde niyet, özellikle ibadetlerin sahihliği bağlamında ayrı bir önem taşır.
Niyet, fıkıh açısından küllî kaidelerden biridir. Mecelle’de, “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir” (md. 2) ilkesi, niyetin ibadetler ve hukuki meseleler için belirleyici olduğunu gösterir. Fakihler, niyetin ibadetin sıhhatine şart olduğunu vurgular ve bu ilke, “el-eşbâh ve’n-nezâir” türü eserlerde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Niyet, hukuki işlemlerin ve ibadetlerin değerini tayin eden bir unsur olarak, İslam hukukunda geniş bir uygulama alanı bulur.
Gazâlî, niyeti “şu anda veya gelecekte faydalı olduğuna inandığı şeye kişinin gönlünün (kalbin) meyli ve rağbeti olan irâde” olarak tanımlar. Bu tanım, niyetin irade ve kalbin birleşimiyle şekillenen bir bilinç hali olduğunu vurgular. Gazâlî, niyetin ahlaki ve manevi boyutlarını öne çıkararak, eylemin değerinin niyetin saflığına bağlı olduğunu belirtir.
Felsefe geleneğinde ise, niyetin karşılığı “gaye” kavramıdır. Gayelilik, varlıkta değişim ve oluşun temel ilkesidir ve tüm nesnelerin bir amaca yönelik olduğu düşünülür. İnsan söz konusu olduğunda, dinî düşünce geleneğinde “niyet” kavramı, felsefi gelenekte “gaye” olarak ifade edilir. Gaye, tıpkı niyet gibi küllî ve cüz’î olarak ikiye ayrılabilir. Küllî gaye, evrensel bir amaca yönelişi, cüz’î gaye ise belirli bir eylemin amacını ifade eder.Niyet, ahlak felsefesi açısından eylemin değerini belirleyen temel bir kavramdır. Dinî ve felsefi geleneklerde niyet, eyleme anlam katan ve onu ahlaki kılan unsur olarak değerlendirilir. Ancak, niyet konusunun nazari boyutları, İslam düşünce geleneğinde yeterli derinlikte incelenmemiştir. Nursi, bu eksikliği gidererek niyetin hem teorik hem de pratik boyutlarını ayrıntılı bir şekilde ele alır.


Kavramın Risale-i Nurda Ele Alınışı

Nursi, yukarıda bahsedilen niyet kavramına dair çerçeveyi İslam düşüncesiyle harmanlayarak, niyetin hem bireysel hem de evrensel bir yönelimi kapsadığını gösterir. Nursi, Gazâlî’nin yaklaşımını benimseyerek, niyetin ihlasla olan bağını daha da derinleştirir. Bu noktada Nursi, niyetin yalnızca ibadetlerle sınırlı olmadığını, insanın tüm bilinçli eylemlerine değer katan bir unsur olduğunu savunur. Eserlerinde sık sık niyetin eylemlerin değerini belirleyen bir çekirdek olduğunu vurgular. Niyet kavramını İslam düşünce geleneğinin temelleri üzerine inşa eder, ancak bu kavramı daha geniş ve derin bir perspektifle yeniden yorumlar. Mesnevi-i Nuriye’de niyet, “bir ruh” olarak tanımlanır ve bu ruhun özü ihlas olarak belirtilir: “Niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Amellerin görünen kısmı beden gibidir; niyet ise onun ruhudur. Beden ruhla hayata kavuştuğu gibi, ameller de niyet ile canlanır ve hayatlanırlar.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 70)
Bu benzetme, niyetin yalnızca bir başlangıç noktası olmadığını, aynı zamanda eylemin manevi değerini ve anlamını şekillendiren bir dinamik olduğunu gösterir. Nursi, niyetin dönüştürücü gücünü, âdetleri ibadete çeviren bir “iksir” ve “maya” olarak tanımlar. Katre Risalesi’nde şu şekilde ifade edilir: “Niyet, öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir. Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 70)
Nursi, niyetin bu özelliğini “kırk senelik ömrünün bir mahsulü” olarak nitelendirir ve niyetin insanın hayatını tümüyle ibadete dönüştürebilecek bir potansiyele sahip olduğunu vurgular. Örneğin, Lem’alar’da, Sünnet-i Seniyye’ye uygun olarak yapılan günlük işlerin (yemek, içmek, yatmak gibi) bile sevaplı bir ibadete dönüşebileceği belirtilir: “…en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyeyi müraat ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevablı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor.” (Lem’alar, s. 50)
Niyetin bu dönüştürücü gücü, yalnızca olumlu yönde değil, olumsuz yönde de etkili olabilir. Nursi, niyetin “seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil etme” özelliğine sahip olduğunu belirtir. Örneğin, riya ile yapılan bir ibadet, niyetin bozukluğu nedeniyle günaha dönüşebilir: “İbadet ve duanın sebebi ve neticesi, emir ve rıza-i İlahîdir; faidesi, uhrevîdir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksadlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur.” (Emirdağ Lahikası-1, s. 32)
Katre Risalesi’nde, niyetin ölü halleri (sıradan eylemleri) hayatlı ibadetlere dönüştürebileceği belirtilir. Bu, niyetin günlük hayatın her alanında etkili olduğunu gösterir. Örneğin, bir öğrenci ilim öğrenirken Allah’ın rızasını gözetirse, bu eylem bir ibadet haline gelir. Benzer şekilde, bir iş insanı, kazancını helal yoldan elde etme ve topluma fayda sağlama niyetiyle çalışırsa, bu iş de manevi bir değer kazanır. Nursi, niyetin bu dönüştürücü gücünü, insanın sınırlı ömrünü cennetin sınırsız lezzetlerine ulaştıran bir araç olarak görür. Küllî niyet, insanın her anını Allah’a adama bilinciyle yaşamasına olanak tanır ve böylece az bir zamanda çok sevap kazanılır. Bu, niyetin yalnızca bireysel ibadetlerle sınırlı olmadığını, toplumsal ve kişisel hayatın her alanında etkili olduğunu gösterir.
Nursi’nin kendi hayatından örnekler, niyetin dönüştürücü gücünü açıkça ortaya koyar. Sürgün, hapis ve zorluklarla dolu bir hayat yaşayan Nursi, bu tecrübeleri bir drama çevirmek yerine, bunları Allah’ın davasını tebliğ etme, yeni insanlar tanıma ve Risale-i Nur’u kaleme alma fırsatı olarak görmüştür. Bu, niyetin bakış açısını şekillendiren bir tılsım olduğunu gösterir. Nursi’nin ifadesiyle, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Bu, niyetin yalnızca eylemleri değil, aynı zamanda insanın hayat algısını ve ruh halini dönüştürdüğünü ortaya koyar.
Nursi’nin niyet kavrayışında ihlas, kavramın ruhu ve özü olarak merkezi bir yer tutar. İhlas, ibadetin yalnızca Allah rızası için yapılması, dünyevi ya da uhrevi başka bir gaye gözetilmemesidir. Mesnevi-i Nuriye’de, “Niyetin ruhu da ihlastır” ifadesiyle, ihlasın niyetin saflığını ve samimiyetini sağlayan temel unsur olduğu vurgulanır. İşarat-ül İ’caz’da ise şu şekilde açıklanır: “İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.” (İşarat-ül İ’caz, s. 85)
İhlas, niyetin Allah’a has kılınmasını ifade eder. Örneğin, bir namaz, gösteriş veya dünyevi bir fayda niyetiyle kılınırsa “battal” olur. Nursi, bir zerre ihlaslı amelin, batmanlarla ihlassız amelden üstün olduğunu belirtir: “Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 172) İhlas, aynı zamanda Allah’a şirk koşmadan tevhid üzere kulluk etmeyi ifade eder. Nursi, ihlası “Allah dışındaki herkesten yüz çevirmek” olarak tanımlar ve bu yönüyle niyetin tevhid ilkesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu vurgular. İhlaslı bir niyet, insanın eylemlerini Allah’ın rızasına uygun bir çerçeveye oturtur ve böylece kurtuluşa (necat) vesile olur.
Nursi’nin niyet kavrayışında önemli bir ayrım, küllî ve cüz’î niyet kavramlarıdır. Sözler Risalesi’nde, insanın Allah’ın hadsiz nimetlerine karşı sınırlı şükrüyle nasıl mukabele edebileceği sorusuna, Nursi, “küllî bir niyet ve hadsiz bir itikad ile” cevabını verir. Bu ifade, niyetin evrensel bir boyutunun olduğunu gösterir. Küllî niyet, bireyin tüm hayatını Allah’ın rızasına adama azmini ifade eder. Bu, insanın her anını, her eylemini ve tüm varlığını Allah’a yöneltmesi anlamına gelir. Küllî niyet, insanın acz ve fakrını kabul ederek Allah’a tam bir teslimiyetle yönelmesini sağlar. Nursi, bu niyetin insanı “daimî bir şâkir” haline getirdiğini ve şükür sevabını kazandırdığını belirtir: “Niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.” Bu, niyetin yalnızca belirli bir eylemle sınırlı olmadığını, insanın hayatının tamamını kapsayan bir bilinç hali olduğunu gösterir. Küllî niyet, insanın sınırlı eylemlerini sınırsız bir sevaba dönüştürür ve az bir ömürde cennetin bütün lezzetlerini kazandırabilir. Cüz’î niyet ise belirli bir ibadet veya eylem için kalben azmetmeyi ifade eder. Örneğin, namaz kılarken veya bir iyilik yaparken belirli bir niyetle hareket etmek, cüz’î niyetin kapsamına girer. Ancak Nursi, cüz’î niyetin de küllî niyete bağlanması gerektiğini savunur; çünkü her bir cüz’î niyet, küllî niyetin bir yansıması olarak Allah’ın rızasına yönelmelidir.
Nursi’nin niyet kavrayışı, İslam düşünce geleneğinin yanı sıra felsefi ve ahlaki bir derinlik taşır. Niyet, kişinin bilinçli eylemlerine değer katar ve bu eylemlerin ahlaki niteliğini belirler. Nursi, niyetin bir çekirdek gibi olduğunu ve eylemin değerinin bu çekirdeğin ötesine geçemeyeceğini vurgular. Bu, İslam düşüncesindeki “eylemler niyetlere göredir” ilkesine dayanır ve felsefi bağlamda, gayelilik (telos) kavramıyla ilişkilendirilebilir.
Felsefe geleneğinde, gayelilik, nesnelerin ve insan eylemlerinin bir amaca yönelik olduğunu ifade eder. Nursi, bu kavramı “küllî niyet” ve “cüz’î niyet” ayrımıyla ele alarak, niyetin hem bireysel hem de evrensel bir yönelimi kapsadığını gösterir. Gazzâlî’nin niyet tanımıyla da örtüşen bu yaklaşım, niyetin irade, azim ve kasıt kavramlarıyla yakınlığını ortaya koyar. Ancak Nursi, niyetin ihlasla olan bağını vurgulayarak, bu kavramı daha çok manevi bir boyuta taşır.
Niyet, ahlak felsefesi açısından da eylemin niyetine bağlı olarak değer kazandığını gösterir. Örneğin, bir iyilik, Allah rızası için yapıldığında ahlaki bir değer kazanırken, gösteriş için yapıldığında bu değerini kaybeder. Bu, niyetin ahlakın en temel kavramlarından biri olduğunu ortaya koyar.
Hadis-i Şerif’te geçen “ameller niyetlere göredir” ifadesi, niyetin eylemlerin değerini tayin eden temel kriter olduğunu vurgular. Nursi, bu Kur’anî ve hadis kaynaklı temelleri esas alarak niyetin yalnızca ibadetlerle sınırlı olmadığını, insanın tüm bilinçli eylemlerine değer katan bir unsur olduğunu savunur. Nursi, niyetin Kur’an’daki “ibtiğa” kavramıyla bağlantısını vurgulayarak, insanın her eyleminin Allah’a yönelik bir yönelişle anlam kazandığını belirtir.

Sonuç

Said Nursi’nin niyet kavrayışı, İslam düşünce geleneğinin temel ilkelerini benimseyerek, niyetin dönüştürücü gücünü ve ihlasla olan bağını vurgulayan özgün bir yaklaşımdır. Niyet, Nursi’ye göre bir ruhtur ve bu ruhun özü ihlastır. İhlas, eylemlerin Allah rızasına uygunluğunu sağlar ve niyetin saflığını korur. Niyet, âdetleri ibadete, günahları sevaba, sevapları günaha çevirebilen bir iksir olarak, insanın manevi hayatını şekillendirir. Küllî niyet, insanın tüm hayatını Allah’a adama azmini ifade eder ve sınırlı eylemleri sınırsız bir sevaba dönüştürür.
Nursi’nin bu kavrayışı, bireyin günlük hayatından ibadetlerine kadar her alanda niyetin merkezi rolünü ortaya koyar. İhlasla şekillenen bir niyet, insanın hem dünyada hem de ahirette kurtuluşuna vesile olur. Niyet, yalnızca ibadetlerin sahihliğini sağlayan bir unsur değil, aynı zamanda insanın hayatını anlamlı kılan, ahlaki ve manevi değerlerini şekillendiren bir dinamiktir. Nursi’nin ifadesiyle, niyet, bir tılsımdır; güzel bir niyetle bakan, güzel düşünür ve hayatından lezzet alır. Bu nedenle, Nursi’nin niyet anlayışı, bireyin bilinçli bir şekilde Allah’a yönelmesini ve hayatını ibadet bilinciyle yaşamasını sağlayan bir rehber niteliğindedir.

Zafer GÜRBÜZ
 
Paylaş:

Yorum Yap

💬 Yorumlar
Henüz hiç yorum eklenmedi. İlk yorumu siz yapın!

Bu içerik faydalı oldu mu?