Cevap: Bediüzzaman’ın telif etmiş olduğu eserlerde beyan edilen ali hakikatler, yüksek hikmetler, ince sırlar ve tılsımlardan dolayı bu eserlerin kendi havsalasının ve ilminin bir eseri olmadığını bu eserlerin doğrudan doğruya bir mevhibe-yi rabbani olduğunu, kendisine ikram edilen ihsanlar olduğunu ve Hakkı teslim etmek adına bu eserler bana yazdırıldı, ihtar edildi, kalbime hutur etti, sunuhat-i kalbiyem, ikaz olundum Uzaktan uzağa bana göründü, bana inkişaf olundu, istihdam edildim, Tavzif olunduk gibi
ilham manasını taşıyan ifadelerin kullanılmasında herhangi bir beis yoktur daha önceki çok âlimler veliler kutuplar bunlara benzeyen ifadeler kullanmışlardır. Bütün akait ve kelam kitaplarında ilhamın ve kerametin hak olduğu söylenmiştir. Yalnız ilham ile amel edilip edilmeyeceği veyahut ahkâmın bunun üzerine bina edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf olmuştur.
Kur'an'da ilham ibaresi ile ilham manasını taşıyan vahiy kelimesi kullanılmıştır. Bediüzzaman, Telvihat-ı Tis’a isimli risalesinde;
“Evet, bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, ta avam-ı nâsın ve havass-ı beşeriyenin ilhamatına kadar ve avam-ı melaikenin ilhamatından, ta havass-ı kerrûbiyyunun ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı Rabbaniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelam-ı Rabbanî, yetmiş bin perdede telemmu’ eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir." [1] ifadesi ile yukarıdaki soruya cevap olacak hakikati çok güzel bir şekilde izah etmiştir.
Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış, Kur’an’dan başka mehazı yok, Kur’an’dan başka üstadı yok; Kur’an’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit, hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden mülhem olup sema-i Kur’anîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.
Bu nokta-i nazardan üstad Bediüzzaman bir kaç cihette bu ibareleri kullanmıştır:
Birincisi: [2]فالهمهافجورهاوتقواها ayeti ile bir çeşit tefsiri olan On Beşinci Söz ’de belirtilen “Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, ta sema afakında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”
[3] ifadesi Cenabı Hakk’ın lümme-i şeytaniye ile fücuru ve lümme-i rahmani ile takvayı ilham ettiğini gösterir.
İkincisi: Vahiy lafzı ile gelen bir kısım ayetler İlham manasında kullanılmıştır. Birkaç örnek;
[4]وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذٖى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
ile
[5] وَاَوْحَيْنَا اِلٰى اُمِّ مُوسٰى اَنْ اَرْضِعٖيهِ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْقٖيهِ فِى الْيَمِّ وَلَا تَخَافٖى وَلَا تَحْزَنٖى اِنَّا رَادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلٖينَ
ile
[6] يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا
İşte Bediüzzaman in bütün hayatı, tedrisati, cihadı, hizmeti, te’lifatı, mücadelesi bir sevk-i ilahi olmuş, irade ve ihtiyarın dışında bir irade-i ilahi hükmetmiştir.
Üçüncüsü: Allah yolunda çalışıp cehd ile gayret gösteren muttakilere Cenabı Hakk’ın nasıl yönlendirip yol gösterdiğini, necat verdiğini haber verdiği ayetler;
[7]اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً
ve
[8]وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلٖيمٌ
ayetleri ile Sure-i Hadid’ de geçen
[9] وَ يَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهٖ
ayeti gibi çok örnekler bulunmaktadır. Bediüzzaman, Şualar isimli eserinde bu ayetin tefsirinin çağımıza bakan vechi sadedinde
“…yani, “Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz.” Lillâhilhamd, Risale-i Nur bu kudsî ve küllî manasının parlak bir ferdi…” [10] olduğunu ifade etmektedir.
Dördüncüsü: Halis tevhidi nazara vermek, şirkin her nev’ini tardetmek, kendine bir paye vermemek, sebep ile musebbeb arasında bir mukarenet olsa bile, Sebep ile musebbebi yaratanın Allah olduğunu ve sebeplerin bir tesirinin olmadığını, Said’in de bir sebep olarak tesir sahibi olmadığı hakikatidir. Bunu en iyi açıklayan Saffet Süresinde geçen 96. ayetidir ki,
[11]وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
emri ile
“Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.” Buyurarak sebeplere tesir verilmemesi gerektiğini ve yapıp söylediklerimizin yaratıcısının Allah olduğunu belirtir.
Bediüzzaman’ın On Yedinci Lem’anın Beşinci notasında bir bakıma Avrupa’nın şahs-ı manevisi ile yapmış olduğunu ifade ettiği muhaveresinde
“Esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi insandır. Hâlbuki bu insanın; düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zahir ef’al-i ihtiyariyesinden yüz cüz ’ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren yalnız meşkûk tek bir cüz ’dür. Böyle en zahir fiilin yüz cüz ‘ünden bir cüz ’üne malik olmayan, nasıl kendine maliktir denilir?Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakiki tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; “sair hayvanat ve cemadat kendine maliktir” diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade camid ve şuursuz olduğunu ispat eder.”
[12] sözüyle belirttiği hakikat hayati bir önemde olduğu açıktır. Yani; ‘
Düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zahir ef’al-i ihtiyariyesinden yüz cüz ’ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren yalnız meşkûk tek bir cüz’ ifadesi ile insanın hakiki tasarruf sahibi olmadığını belirtmek, kendisine ikram edilen ihsanların farkındalığını belirtmek ve Hakkı teslim etmek adına
“bu eserler bana yazdırıldı, ihtar edildi, kalbime hutur etti” demesinin ne kadar fıtri bir durum olduğu ortadadır. Hele bu enaniyet asrı ile inançsızlığın hakim kılınması için yapılan tüm girişimler düşünüldüğünde söz konusu sözlerin kendisine bir paye vermek için değil, belki her hal ve harekette nazarları Allah’a tevcih ederek Tevhid’e yönlendirme yaptığının izahıdır.
Beşincisi: Nisa Suresi 78. Ayette geçen
[13]مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِؗ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ
sırrı gereği hasenatın tamamen Allah'tan olduğunu seyyiatın da insanın nefsinden olduğunu, Allah'a ait olan hasenata sahiplenmemek ve kendisine ait seyyiatı Allah'a vermemek için Risale-i nur'daki bütün hakikatler, nurlar ve feyizlerin Allah'tan olduğunu ve kendisinin karihasının bir neticesi olmadığını vurgulamak için bana yazdırıldı, kalbime ihtar edildi gibi ibareler kullanılmıştır. Risale i nur bu asırda hasene-yi kübra’dır. Belki, bu hasene-yi kübra bütün kubhu ve çirkinliği etkisizleştiriyor.
Ne mutlu o insana ki haddini bilip haddinden tecavüz etmez.
Altıncısı: Tahdis-i nimet olarak Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri ketmetmemek adına Allah’ın rahmetini nazara vermek ve bunlarla gururlanmamak ve kendisine düşen şükrü eda etmek manasındaki Duha suresi 11’de geçen
[14] وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
ayeti ile Yunus Suresi 58’de geçen
[15] قُل بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِهٖ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواؕ هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
ayeti icabınca müminlerin Allah’ın lütfu ve rahmetiyle sevinmeleri gerektiği ve bunun onların toplayıp biriktirdiklerinden daha değerli olduğunu ifade eden hakikatlerdir.
Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.
Yedincisi: Tavzif ve görevlendirme, istihdam etme, emanete riayet etmek, hukukullah ve hukuk-ul ibadı muhafaza etmek, kendisine yüklenen misyonu yerine getirmek ve görevi bihakkın eda etmek hususunda kullanmış olduğu tabirlerdir. Örnek verecek olursak;
“İşte, ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’an’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevinin azalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.”[16]
“Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz."
[17]
Sekizincisi: Vazifeyi yapıp vazife-i ilahiyeye karışmamak, hizmet bizden, muvaffakiyet Allah'tan mülahazasıyla vazifeyi ihmal etmemek. Dâhili ve harici bütün şer odakları, üstad ve Risale-i Nur üzerindeki tüm baskı ve entrikalar ile çevirdikleri zulümlerin neticesinde Risale-i Nur un iştihar ve intişarı ile Tevfik-i ilahiyenin refik olmasıdır, Cenabı hak, avn ve inayetiyle, hıfz ve himayesiyle üstad ile Nur talebelerini muhafaza ve muzaffer eylemiştir.
Dokuzuncusu: İki kısım İlimden biri olan kesbi ilimler kapsamında Bediüzzaman’ın Doksan adet temel metin kitabı anlayarak ezberlediğini, bunların dini ilimler ile pozitif ilimlerden oluştuğunu ve bunların unutulmaması için, günde üç saat olmak üzere üç ayda bir, toplamda 270 saat bu ezberlerin tekrarını yaptığını ve bunların her birisinin birer basamak olduğunu ve doğrudan doğruya Kur'an'ı anlama makamına çıktığını ifade eder.
Elbette ki, bu ilimlere uygun gereken zühd, riyazet, halvet, evrad ve ezkarın sürekli yapılarak akıl ile beraber kalp ve ruh hayatını terakki ve tekemmül ettirerek, ikinci kısım olan vehbiyet ilmine nail olmuş, kalb-i mübarekine sunuhat, tuluat, ihtarat, müşahedat, işarat nev’inden ilhamlara mazhar olmuştur.
Onuncusu: Kader nokta-i nazarından başına gelen bela ve musibetlere karşı rahmet ve hikmet-i ilahiye noktasında olayları okumak, beşerin zulmünü kabul etmemekle beraber kader-i ilahiyeye teslim ve inkıyat ederek kaderdeki mesajları algılayarak başına gelen her bela ve musibete tahammül etmiştir. “Kader bana diyor ki”, “Kader bana müsaade etmedi” gibi tabirler kullanarak hayatında bunu göstermiştir.
Bu yukarıda izah ettiğim sebeplerin dışında Tevazu ve mahviyet noktasından, gurur, kibir, ucub, riyadan kaçınmak için, acz ve fakrını idrak noktasında Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve kudretine iltica etmek için, şahsını devreden çıkartıp şahsi maneviyi oluşturarak nazarları Risale-i nura çevirmek için ve hakiki uhuvvet ile ihlâsı oluşturmak gibi sebepleri de bu tabirlerin kullanımında etken olarak sıralayabiliriz.
Nefis cümleden edna, dava cümleden a'la. Allah’a emanet olunuz.
Mahmut POLAT
21.08.2025
[1] BSN, Zehra Yayıncılık, Mektubat, 603 s. https://zehra.com.tr
[2] “Sonra da ona (o kişiye) günahını ve takvasını (neyin isyan, neyin itaat olduğunu bildirerek) ilham edene (yemin olsun)!” Şems süresi;8
[3] BSN, Zehra Yayıncılık, Sözler, 222 s. https://zehra.com.tr
[4] “Ve Rabbin nahl'e (bal arısına) vahyetti (ilham etti) ki: “Dağlardan, ağaçlardan ve(insanların) kurmakta oldukları çardaklardan evler edin!” (Nahl Süresi: 68)
[5] “Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahyettik.” (Kasas Süresi:7)
[6] “İşte o gün yer, üstünde olan biten bütün haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona böyle yapmasını vahyetmistir.” (Zilzal Süresi:4-5)
[7] “…Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir…” (Enfal Süresi:29)
[8] “…Allah’tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir…” (Bakara Süresi: 284)
[9] “…Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz…” (Hadid Süresi:28)
[10] BSN, Zehra Yayıncılık, Şualar, 706 s. https://zehra.com.tr
[11] “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.” (Saffet Suresi:96)
[12] BSN, Zehra Yayıncılık, Lem’alar, 152. s. https://zehra.com.tr
[13] “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir” (Nisa Suresi:78)
[14] “Ve fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat” (Duha Suresi:11)
[15] “Söyle onlara, (sevineceklerse) Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, evet bununla sevinsinler; çünkü bu, onların toplayıp biriktirdiklerinden daha değerlidir.” (Yunus Suresi:58)
[16] BSN, Zehra Yayıncılık, Lem’alar, 233. s. https://zehra.com.tr
[17] BSN, Zehra Yayıncılık, Mektubat, 575. s. https://zehra.com.tr
Yorum Yap