“Bedi’ ismi insanlara verilir mi veyahut bir insana Bediüzzaman veya Mevlana demek doğru mudur?”
El-cevap; Bedi’ kelimesi, güzel, emsalsiz, benzeri olmayan anlamına gelir.
Bedi’ ve
Mevla Allah'ın isimlerindendir. Kur’an’da iki ayette ‘Bedi‘us-semâvâti vel ard’ ifadesi geçer.
Yani “Cenab-ı Hak gökleri ve yeri emsalsiz ve benzersiz bir şekilde yaratmıştır. O gökleri ve yeri yoktan, önünde hiçbir örnek olmadan ve benzersiz yaratandır. Bir şeyi yaratmak istediğinde "ol!” der, hemen oluverir.”
[1]
“O göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır, eşi olmadığı halde, nasıl çocuğu olabilir. Her şeyi o yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen (O) dur.”
[2]
Yine Kur'an'da
Rabb ismi efendi manasında kullanılmıştır. “Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım. O benim Rabbim (efendim)dir. O bana güzel bir mevki verdi ve bana iyi davrandı...”
[3]
Yine Kur'an'da Allah'a ait isimlerin kâfirler için de kullanıldığını görüyoruz.
Cebbarun mütekebbir sıfatları kâfirler için kullanılmıştır.
“İşte Allah Mütekebbir (kibirli) Cebbar (zorba) olanın kalbini böyle mühürler.”
[4]
Cenab-ı Hakk'ın üç çeşit isim ve sıfatları vardır.
Birincisi: Cenab-ı Hakk'ın zati sıfatlarıdır ki; bunlar Cenab-ı Hakk'ın zatına mahsustur ve eşyada bulunmayan sıfatlardır. Bunlar Cenab-ı Hakk'ın zatının aynısıdır ondan ayrılmaz. Bunlar 6 tanedir. Bunlara
sıfat-ı selbiye veya
sıfatı zatiye denilir; Bunlar
vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetün lil havadis, kıyam binefsihi sıfatlarıdır ki bunların insanlara verilmesi caiz değildir.
İkincisi: Cenab-ı Hakk'ın sübuti sıfatlarıdır. Bu sıfatlar 7 veya 8 tanedir. Bu sıfatlar Cenab-ı Hakta bulunduğu gibi insanlarda da bulunur. Bunlar Semî’, Basîr, Kelâm, Kadir, Mürîd ve Hayat sıfatlarıdır. Bu sıfatların insana verilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Bu sıfatlar Cenab-ı Hakkın ne aynısıdır ne de gayrısıdır.
Üçüncüsü: Cenabı Hakk'ın fiili olan sıfatlarıdır ki zati ve sübuti sıfatların dışındaki bütün sıfatlar fiili olan sıfatlardır. Rezzak, Gaffar, Halık, Kerim gibi isimlerdir ki bunlar da insanlara verilir.
Bedi! İsmi bu fiili sıfatlardan bir sıfattır.
[5]
Kur'an'da, Cenab-ı Hak için kullanılan sıfatların peygamberimiz için de kullanıldığını görüyoruz.
Rauf ve
Rahim sıfatları buna örnektir.
“Andolsun size içinizden öyle bir peygamber gelmiş ki sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. Size çok düşkündür. Müminlere karşı Rauf ve Rahimdir.”
[6]
Ayrıca Ahmed Gümüşhanevi’nin
Mecmuat-ül Ahzab kitabında peygambere ait iki yüz isim kaydedilmektedir. Bunların kahir ekseriyeti Cenab-ı Hak ile müşterek isimlerdir. Bunlar hem Allah hem resulü için kullanılmıştır.
Bugün insanlar için kullanılan Celil, Celal, Kerim, Rahim, Adil, Cemal gibi isimlerin hem Allah için hem insan için kullanıldığını görüyoruz. Yalnız Cenab-ı Hak zatı için kullanılan isimler külli, hakiki, mutlak ve kemâl noktasındadır. Mesela; Allah adil-i mutlaktır, rahim-i mutlaktır. Aynı isim insanlar için kullanılsa izafi, nisbi ve cüzidir. İnsanın adaleti de rahmeti de sınırlı ve cüzidir.
Bediüzzaman lakabı, Said Nursi'den önce on bir kişinin bu ismi kullandığını görüyoruz. Âlimler bu isme itiraz etmemiş hatta İmamı Rabbani kendi müridine veya halifesine
Mirza Bediüzzaman’a Mektup diye yazmış.
[7]
Said Nursi bu lakabı kendisi edinmemiş. Doğubayazıt’ta göstermiş olduğu ilmi fevkaniyet, züht ve takvasından dolayı ona Molla-i Meşhur, Molla Said-i Meşhur lakapları takılmıştır.
Daha sonra Siirt'e geldikten sonra kendisini ilmi bir heyet karşısında bulur. Onun hocası Molla Fethullah
Makamat-ı Haririyeden bir sahife uzatarak:
“Kaç defa okuyarak ezberleyebilirsin?” teklifi üzerine üstad bir defa okumakla ezberliyor. Molla Fethullah hem zekâsının hem hafızasının aynı şekilde zirve olduğunu görüyor ve ona
Bediüzzaman lakabını takıyor.
[8]
Daha sonra Bitlis’e gelerek Şeyh Muhammed Emin Efendi Bediüzzaman’ın kâbil-i hitap olmadığını söylemiş. Bediüzzaman da yanına giderek imtihan olmayı ister. Şeyh Muhammed Emin Efendi kitaplardan elli adet en müşkül sualler seçerek Bediüzzaman’ı imtihan eder. Bediüzzaman da tamamına cevap verir. Bunun üzerine Şeyh Efendi de Bediüzzaman lakabını onaylamış olur. Bu suallerden birisi; bir adamın hanımına sevgisini veciz bir tarzda ifade ettiği çok girift olan bu ibareyi ona sorar.
زلعل یار جستم ضد شرقی ، بتازي ودرى وقلب وتصحيف
Üstad da ibarenin kelime içindeki harflerin yerini, kelimeyi ters okuyarak ve noktaların yerini değiştirip kelimeleri yeniden dizayn ederek maksut olan manayı yakalar.
[9]
Diğeri ise;

şeklindeki bir kelimeden on iki kelime çıkarmasını üstaddan istemiş ve üç yıl mühlet vermiş.
[10] Üstad hazretleri üç günde cevaplamış. Bunun üzerine şeyh ve müritleri de
Bediüzzaman lakabını onaylamış olurlar.
Kürdistan’ın bütün ilmi otoriteleri Bediüzzaman’ı kabullenmişler. Sonra İstanbul’a gelerek İstanbul’un da ilmi ve akademik otoriteler de bunu kabul etmiş. Daha sonra Şam’a giderek adeta Arab ilmi otoriteleri de yine kabul etmişler. Hiç kimse bu lakaba itiraz etmemiş.
Şimdikilerin medyatik, kibirli, kıskanç ve aydın görünen kişilerin Bediüzzaman lakabına itirazlarının bir kıymet-i harbiyeleri yoktur.
Bediüzzaman, zamanın emsalsiz, benzersiz kişisi anlamına geliyor. Hâlbuki Bediüzzaman kendisi için;
Bidat-üz-zaman demeye layık iken haberi olmadan
Bediüzzaman ile meşhur olan şu biçare tabiri kullanıyor.
[11]
Başka bir yerde
Bediüzzaman sıfatının Risale-i Nur’a ait olduğunu ve onu emaneten kullandığını söylüyor. Bazı insanlar cehaletinden; “
Bediüzzaman ve
Mevlana Allah’ın isimleridir, Said Nursi ve Celaleddin-i Rumi bu isimleri takmakla hâşâ Allah'a şirk koşmuşlardır.” demekle ahmaklık ve cehaletlerini izhar etmişlerdir ki; Allah'ın esma ve sıfatı hakkında da hiçbir malumat sahibi değiller.
Hadisi şerifte; Cenab-ı Hak insanı Rahman sureti üzerine yaratmıştır. Yani insanı Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfatlarına ayine olacak bir şekilde yaratmıştır.
[12] Yoksa Rahman’ın bir parçası değil.
Ayrıca hadiste:
تَخَلَّقُوا بِاَخْلَاقِ اللّٰهِ “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız” yani Allah'ın istediği bir yaşam tarzıyla yaşayınız.
[13]
Netice olarak; Allah adildir, Adil olmanızı istiyor. Küddustur tahir olmanızı istiyor, Cevvaddır sahi (cömert) olmanızı istiyor. Rahimdir merhametli olmanızı istiyor. Ayetlerde: Allah, Muhsinleri sabirleri, muksitleri sever diyor. Hâlbuki bunlar Allah'ın isimleridir. İsimlerin müşterek kullanılmasında herhangi bir beis yoktur.
Bediüzzamam, 15 Nisan 1909 tarihl
i Volkan gazetesinin 105. sayısında ‘Lemean-i Hakikat ve İzale-i Şübühat’ adlı yazısında konuya şu şekilde açıklık getirmiştir;
Sual: Sen imzanı bazen Bedîüzzaman yazıyorsun. Lakab medhi îma eder?
Cevab: Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu unvan ile ibraz ediyorum. Zira bedî’, garib demektir. Benim ahlakım suretim gibi ve üslûb-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslûb ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu unvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım bedî’, acib demektir
ﺍِﻟَﻰَّ ﻟَﻌَﻤْﺮِﻯ ﻗَﺼْﺪُ ﻛُﻞِّ ﻋَﺠِﻴﺒَﺔٍ * ﻛَﺎَﻧِّﻰ ﻋَﺠِﻴﺐٌ ﻓِﻰ ﻋُﻴُﻮﻥِ ﺍﻟْﻌَﺠَٓﺎﺋِﺐِ
“Yemin olsun ki, bütün acayip kişilerin gözleri bana dikilmiştir. Asıl garip olan şey, bunların gözünde benim garip sayılmamdır
[14].
Sonuç olarak; Allah Teâlâ’nın bazı isimleri, zatî değilse insanlar için de mecazî ve sınırlı anlamda kullanılabilir.
‘Bedi‘ ismi de bu kapsamdadır.
“Bediüzzaman”, yani
zamanın eşsiz ve benzersiz kişisi, Said Nursî’ye kendi isteğiyle değil, ilmî ehliyet ve üstünlüğü sebebiyle dönemin âlimleri tarafından verilmiş bir lakaptır. Bu nedenle bu ismin kullanılmasında ne dinen sakınca ne de şirk anlamı vardır; bilakis ilim ehlinin bir takdir ifadesidir.
Rabbimiz bizleri hak ve hakikate hizmet eden, ilimle nurlanan, tevazu ve ihlasla yaşayan kullarından eylesin. Kalplerimize marifet, sözlerimize hikmet ihsan buyursun. Âmin.
Mahmut POLAT
28/10/2025
[1] Bakara 117
[2] En'am 101
[3] Yusuf 23
[4] Ğafir 28
[5] İşarat-ül İ’caz s.24
[6] Beraat 128
[7] Mektubat, 28. Mektup Üçüncü Mesele s.401
[8] Mufassal Tarihçe-i Hayat Cilt 1 s.100
[9] Mufassal Tarihçe-i Hayat Cilt 1 s.106
[10]Mufassal Tarihçe-i Hayat Cilt 1 s.107
[11] Muhakemat s.10
[12] Lem’alar, 14. Lem’a İkinci Makam Beşinci Sır s.128
[13] Sözler, Otuzuncu Söz s.677
[14] İctima-i Dersler, s.570
Yorum Yap